30 Ağustos ulusun zaferi

Abone Ol

Bugün, 30 Ağustos 2024. 30 Ağustos Meydan Muharebesi’nin kazanılışının, büyük zaferin 102. yıl dönümü.

Başkomutanlık Meydan Savaşı’nın, Türk Ulusu’nun, var oluşla yok oluş arasındaki ince çizgide gidip gelişleri sonucunda Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının, kadınıyla erkeğiyle, genciyle yaşlısıyla yazdıkları kahramanlık destanı sonucu bir ulusun makus talihini tersine döndürdükleri, zafere giden yolu açtıkları günün 102. yıldönümü bugün.

“Dörtnala gelip uzak Asya’dan

Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan

Bu memleket bizim.

Bilekler kan içinde dişler kenetli, ayaklar çıplak

Ve ipek bir halıya benzeyen toprak,

Bu cehennem, bu cennet bizim.

Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,

Yok edin insanın insana kulluğunu,

Bu davet bizim…

Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür

Ve bir orman gibi kardeşcesine

Bu hasret bizim…”

Böyle diyor büyük Türk şairi Nazım Hikmet, Davet adlı şiirinde Anadolu’yu dizeleriyle tarif ederken.

Nutuk’ta Büyük Zafer’i anlatırken, “Her evresi ile düşünülmüş, hazırlanmış ve yönetilmiş bir hareket” diye tarif eden, her şeyden önce büyük bir aklın eseri olan, temelinde bilimsel düşünce biçiminin yattığının bilinciyle “Milleti kurtarmaya çalışanların aynı zamanda meselelerinde birer namuskar mütehassıs, faal birer alim olmaları lazımdır” diyen;

Daha 13 Kasım 1918’de İstanbul’da Kartal İstimbotu’nun güvertesinde Başyaveri Cevat Abbas’la Boğaz’a doğru bakarken, 30 Kasım 1918’de imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması’na dayanarak İstanbul’u işgal eden, İstanbul Boğazı’nda demirli işgal güçlerine ait savaş gemilerini işaret ederek Cevat Abbas’a “Geldikleri gibi giderler” diyen, daha o tarihte Kurtuluş Savaşı’nın ilk işaret fişeğini ateşleyen;

Taa başından, her evresi düşünülmüş, ince ince nakış gibi işlenmiş Kurtuluş Savaşı Destanı’nı yazarak zafere ulaştıran;

En olumsuz koşullarda bile zafere olan inancını yitirmeyen, emperyalist uşağı düşman Anadolu içlerine doğru ilerlerken, Yunan orduları Polatlı önlerine kadar gelmişken, top seslerinin Ankara’dan duyulduğu bir evrede, Meclis’te bazı üyelerin “Başkenti Kayseri’ye taşıyalım” dedikleri bir ortamda “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh da bütün vatandır” diyen;

Çanakkale Savaşları’nda 25 Nisan 1915’te Conkbayırı’na doğru ilerleyen düşmana karşı 57. Piyade Alayı ile taarruza başlarken, cephanesi biten askerine süngü tak emri veren, “Ben size taarruz emretmiyorum,  ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde yerimize başka kuvvetler başka komutanlar geçebilir” diyen Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları, dede-baba-oğul üç nesil aynı cephede, aynı müstahkem mevkide, sırt sırta, omuz omuza mücadele eden, kundaktaki bebesini evde bırakıp cepheye koşan, kağnısıyla taşıdığı cephane ıslanmasın diye kundaktaki bebeğinin battaniyesini alıp cephanenin üstünü örten, cephede erkeğiyle beraber düşmana karşı savaşan kadın efelerimiz Çete Emir Ayşeler, Gördesli Makbuleler, Tayyar Rahimeler, Hafız Selmanlar, Şerife Bacılar ve daha nice isimsiz kadın kahramanlar. 

Ege’nin dağlarını, ovalarını emperyalist uşağı Yunan ordusuna dar eden efelerimiz Yörük Ali Efeler, Kıllıoğlu Hüseyin Efeler, Demirci Mehmet Efeler, Danişmentli İsmail Efeler ve daha niceleri. 

16’sında, 17’sinde, 18’inde, 19’unda, 20’sinde daha bıyıkları terlemeden, düğüne gider gibi cepheye koşan, sen, bu topraklar için canını veren, kefensiz toprağa düşen yüce şehit, cepheden cepheye dolaşıp bu toprakları kanıyla sulayan kahraman gazi ecdad;

“Sizlere sözümüzdür ki, canlarınızla kanlarınızla 102 yıl önce bedelini peşin ödeyerek, bizler, üzerine vatan diyerek ayak basabilelim diyerek bizlere vatan yaptığınız, bizlere emanet ettiğiniz bu toprakları, Muğla’dan Ardahan’a, Edirne’den Hakkari’ye, düşman çizmelerinin kirletmesine, bir karış vatan toprağını incitmesine, bedeli ne olursa olsun, asla izin vermeyeceğiz. 

Sizler, ışıklar içinde, rahat uyuyun.”