1981 yılında İspanya’nın Barcelona kentinde gerçekleşen Banco Central soygunu, yalnızca 33 saat süren bir rehine krizinden ibaret değil, aynı zamanda İspanya’nın sancılı demokratikleşme sürecinde unutulmaz bir simge olarak tarihe geçmiştir. 23 Mayıs 1981 günü, 11 soyguncu, Barcelona’nın merkezindeki Banco Central binasını basarak 200’den fazla kişiyi rehin aldı. İspanya, Francisco Franco’nun ölümünden sonra demokrasiye geçiş sürecinde sancılar yaşarken, bu soygun ülkenin hassas dengelerini bir kez daha sarsacaktı. İlk görünüşte, soyguncuların amacı, 1981 yılının şubat ayında başarısızlıkla sonuçlanan darbe girişimine karıştığı iddia edilen kişilerin serbest bırakılması ve ciddi bir para fidyesiydi. Soygun, 33 saat süren gerilimin ardından güvenlik güçlerinin müdahalesiyle son buldu. Tüm rehineler kurtarılırken soyguncular teslim oldu. Ancak, olayın ardından ortaya çıkan bazı detaylar kafa karıştırıcıydı. Soyguncuların banka kasalarından neredeyse hiçbir şey almamış olması, planlarının başarıya ulaşmamış gibi görünmesiyle dikkat çekti. Bu durum, bazı spekülasyonları da beraberinde getirdi. 

1981 Barcelona Banco Central soygunu, sıradan bir soygun hikayesinden çok daha fazlasıdır. Olay, İspanya’nın siyasi, ekonomik ve toplumsal bir dönüşüm sürecinden geçtiği bir dönemde yaşanmış ve bu süreçteki kırılganlığı gözler önüne sermiştir. Bu ilginç soygun hikayesini anlatan Kuşatma dizisi, hem İspanya'nın bir anlamda geçmişiyle yüzleşmesini sağlarken bir yandan da soygun ve arkaplanı hakkında ciddi speklasyonları yeniden gündeme getiriyor.

(Spoiler de içerir)

Banco Central soygununun bir numarası önce istihbaratın aparatıyken bir anda köşeye atıldı. Sonra da cezaevinde anarşi ve Bakunin ile tanıştı. İşin dizide anlatılmayan tarafı, bir numaranın gerçekten anarşist olup olmadığı konusu... Bir taraftan anarşizmin getireceği eşitlik sözü edilirken bir taraftan da numero uno'nun yine istihbaratın aparatı olduğunu görüyoruz. Dizide yine bu soygun olayının Sosyalist Parti'nin kazanmasına doğru giden yolda işaret fişeği olduğu ima ediliyor. İlginç olan şu, 23 Şubat'ta Jandarma'nın darbe girişiminde bulunduğu İspanya ve söz konusu darbeden kısa süre önce Türkiye'de sonuca ulaşmış bir darbenin olması, çok benzeşiyor... Darbe öncesi gerek ETA'nın ve diğer grupların saldırıları da 1970-1980 arası Türkiye'yle ortak yörüngeye sahip. Peki Türkiye'nin bir Felipe González'i mi eksikti de sosyalizm kazanmadı? Peki Türkiye'de sosyalizm gerçekten imkansız mı? Aradan geçen 40 yılın ardından İspanya demokrasi anlamında kesinlikle Türkiye'den daha çok yol katetti. Ancak siyasi anlamda gelinen noktada, Türkiye'de sosyalizm yanlızca faşistliğini kabul etmeyen faşistlerin, teorikte yarım, pratikte hatalı fraksiyonların dar çerçevesine mahkum edildi. Bunda elbette devlet aygıtının giderek anti-sosyalist anlayışı ve din tüccarlarını bürokrasiye perçinlemesinin ciddi payı olsa da, sosyalizmi nihai hedef gören, kendini günün şartlarına göre yenilemektense kişisel hırslarına yenilen, tek derdi geçmişle hesaplaşmak olanlar da büyük oranda suçludur. 

Türkiye'de benzer dönemde, darbeler sonrası sosyalizmin gelmemesinde sebep, 2 gün sürecek bir banka soygunu olmaması değil; kişileri, inanılan davanın önünde görüp kahramanlaştırmaktır. İşte bizim toplumun temel hatası: Kahramanlaştırma... Hukuk yerine kanun uygulayıcıların kahraman olduğu ülkede adalet olamaz. İdeoloji yerine ideolojiyi yorumlayan kişinin kahraman olduğu ülkede yalnızca güdülürsünüz. Ehil yerine sesi çok çıkan kahramanlaştırılırsa ...