Aşağı yukarı…

Abone Ol

Birkaç gün cep telefonumdaki arıza sebebiyle, son iki senedir klavye kahramanı, sokak röportajlarında insanımıza aşağılayıcı bir dille hitap eden, yukarıdan bakan, kendilerini demokrat, özgürlükçü, ilerici, aydın diye isimlendiren çeşitli kesimlerdeki zat-ı muhteremler, 14 Mayıs’ta yapılan seçimin ardından, kusmaya başladıkları hınçlarına son vereceklerini, 28 Mayıs’taki ikinci turdan sonra halkın kararına saygı göstereceklerini, aşağılayıcı hakaret içerikli paylaşımlardan vazgeçeceklerini düşünmüştüm.

Telefonu servisten alıp açtığımda gelen çeşitli sosyal medya mesajlarından durumun hiç düşündüğüm gibi olmadığını, kendisine uzatılan mikrofona ağzını köpürterek konuşan kadın “Vapura binip adalara gidemeyecekler” diyerek Cumhurbaşkanına oy veren kadınları cahillikle akılsızlıkla suçlarken gözlerinden ateş saçıyordu.

Kendilerini okumuş kültürlü, demokrat, modern giyimli! sosyal imtiyazlı gören güruha dahil insanların bu derece alçalarak, kendileri gibi olmayanlara, “artık sizin için üzülmem yardım da etmem, lüks yerlerde yer ve lüks giyinirim’’ diyerek küçük görüp nefretlerini kusarken, ırkçılık yaparak, kimler için nasıl bir özgürlük ve demokrasi istediklerini açık ediyorlardı.

Amerikalı yazar Mark Twain’e (Gerçek adı Samuel Langhorne) ait : "Rakamlar yalan söylemez; insanlar rakamlarla yalan söyler" sözünün, ülkemizde son iki senedir yapılan, seçmeni yönlendirmek için çarpıtılmış sonuçların yayınlandığı, ısmarlama kamuoyu yoklamalarına uygunluğu tartışılmaz bir gerçeklik olarak önümüze çıkar.

Seçimler öncesi tarafsız kamuoyu araştırması firmalarının yaptığı nabız yoklamalarında, üç aşağı beş yukarı belli olan seçim sonuçlarını, kendi lehleri doğrultusunda uygulamakta zorluk çıkarmayacak partilerin kazanması için büyük çaba gösteren, emperyalist ülkelerin politikacılarının, basın yayın organlarının, sermaye çevrelerinin, çeşitli vakıfların hesaba katmadıkları, Mustafa Kemal Atatürk’ün Türk milleti için arzuladığı ve 1922 yılında söylediği sözde açıkça ifade ettiği Arzumuz, dışarda bağımsızlık, içerde kayıtsız ve şartsız milli egemenliği korumadan ibarettir. Milli egemenliğimizin hatta bir zerresini bozmak niyetinde bulunanların kafalarını parçalayacağınızdan eminim" sözlerinde görülür,

Siyasi parti mensupları, muhalif cenahtaki gazeteler, yazar çizer takımı, TV yorumcusu, sunucusu, programcısı, sanatçı, akademisyen diye adlandırılan çeşitli zevat, seçimler sonrası ortaya çıkan oy dağılımı ve şehirler üzerinden yaptıkları yorumlarda, seçim galibinin aldığı oyu seçimi kaybedenin oyundan, değersiz gösterme gayreti içerisine girip, seçim galibiyetini ‘’Pirus’’ zaferi benzetmesiyle küçük göstermekte bir beis görmediler.

14 ve 28 Mayıs seçimleri sonrasında, emperyalist, kapitalist, sömürgeci ülkelerin tam destek verdiği ittifakın TBMM’deki çoğunluğu ve Cumhurbaşkanlığını kaybetmesi sonrasında, ülkemizdeki sözde aydın yazar çizer, sanatkar, sosyalist, sözde solcu, bağımsızlık taraftarı kerametleri kendilerinden menkul zevatın yer aldığı, halka tepeden bakan kesimin “diktatör kazandı” söyleminin tersine, Brezilya'da İşçi Davası Partisi (PCO - Partido da Causa Operária): "Emperyalizm yine yenildi. Erdoğan'a karşı yürütülen devasa bir darbe kampanyasının ortasında, Türkiye'de mevcut Cumhurbaşkanı yeniden seçildi" derken, "Emperyalizm, Ortadoğu'nun kontrolünü kaybediyor" yorumunu yapıyordu.

Emperyalist sömürgeci kapitalist, batı ülkelerinin hazımsızlığı, Cumhurbaşkanının göreve başlama töreni sırasında Çankaya Köşkü’nde verilen yemeğe katılan 78 ülke başkanı ve temsilcileri arasında yer almamaları, seçim sonuçlarını hazmedemediklerinin resmiydi.

Seçimlere Cumhur İttifakı içinde giren bir parti için seçim öncesi, muhalefet cenahı tarafından yazılı, görsel medya ve sosyal mecrada, acımasızca yapılan asılsız olumsuz yorumlar, iftiralar, TBMM’de yapılan yemin töreni sonrasında sabun köpüğü misali sönüyordu. Üstelik ittifak yaptıkları terör destekçisi parti milletvekillerinin bağımsızlığımızın simgesi olan İstiklal Marşını okumamalarına çıt çıkarmıyorlardı. Sahi siz, ispatı imkânsız iftira ihtiva eden, insan onurundan yoksun yorumları yapanların, kusura bakmayın yanılmışız özür dileriz dediklerini, duydunuz ya da okudunuz mu?

28 Mayıs seçimi sonrasında, Kılıçdaroğlu ilk açıklamasında: "Mücadele verdim vermeye de devam edeceğim. Demokrasi mücadelesini sürdürmeye devam edeceğiz" derken, almış olduğu bunca yenilgi sonrasında “ben ve ekibim hangi hataları yaptık niçin insanların güvenini kazanamıyoruz” diyerek takkeyi önlerine koyup düşünmek yerine, yüz yıllardır, Müslüman Türk milletinin kendisinden yardım isteyen mazlumlara kucak açtığını göz ardı ederek, “Milyonlarca göçmenin gelip de sizin ikinci sınıf vatandaş olmanıza göz yumamazdım, yummadım” sözüyle Ku Klux Klan’a tavan yaptırıyordu.

Dünyadaki çeşitli liderler tarafından tebrik edilen Cumhurbaşkanı Erdoğan, yemin ederek göreve başlamak için geldiği TBMM Genel Kurul salonuna girdiğinde, muhalif partilere mensup milletvekilleri ayağa kalkmak yerine sıkıca koltuklarına yapıştılar (beş sene boyunca yapışarak otursunlar) böyle yaparak, Cumhurbaşkanına oy veren seçmene karşı ne kadar hoş görülü, saygılı, demokrat olduklarını gösterdiler.

Seçmenin teveccüh gösterdiği Cumhurbaşkanına karşı muhalif milletvekillerinin hazımsızlığını, en hafif tabirle saygısızlık olarak göreceğimiz hareketlerine karşılık, halk tarafından aynı töreni izleyici locasından izlemek zorunda bırakılan, niçin ayağa kalkmadığı konusundaki soruya, kendisine sosyal medyada “demokrat amca” dedirten, mağlubiyet rekortmeni, CHP Başkanı Kılıçdaroğlu, millet iradesini yok sayan ve ne derece demokrat olduğunu "bir parti başkanı salona girince niye ayağa kalkayım" cevabıyla hazımsızlığa zirve yaptırıyordu!