“Zamanla yerleşir yaşadıkların, yeniden konumlanır, çoğalır anlamları, önemi kavranır.
Bir zamanlar anlamadan yaşadığın şey, çok sonra değerini kazanır.
Yokluğu derin ve sürekli bir sızı halini alır.
Oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık
Mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan
Her şeye iyi gelen zaman sizi kanatır...”
Çok sevdiğim “Yalnız bir opera” şiiri ve Murathan Mungan ile zamana dur diyerek başlıyorum bu hafta.
Bazen geçmek bilmeyen, bazense dur dediğinde durmayan kavramdır zaman. Fransızlar zamanın; korkanlar için uzun, mutsuzlar için yavaş, mutlular için çabuk geçtiğini belirtmişlerdir. Sevenler içinse zaman sonsuzdur.
20. Yüzyıl’ın değil, gelmiş geçmiş tüm yazarların en büyüklerinden biri olan Alman yazar Thomas Mann, “Büyülü Dağ” kitabında hastaneden ne zaman taburcu olacağını bilmeyen verem hastalarını inceler. Ne zaman taburcu olacağını bilenler için zaman daha hızlı geçerken, ne zaman taburcu olacağı ile ilgili hiçbir fikri olmayanlar içinse zaman algısı kaybolmaktadır. Çünkü taburcu olmayı bekleyen hastaların bir hedefi vardır.
Büyülü Dağ kitabında ''Zamanda 'gerçekten’ diye bir şey hiç mi hiç yoktur” der. Peki, ne demek ister Mann? Hayatınız boyunca zamanın akıp gitmediği zamanlar olmuştur. Genelde ne yapacağınızı bilmediğiniz, bir amaca tutunamadığınız ya da acı içerisinde olduğunuz anlarda zaman akıp gitmez.
Geleceksiz ve hedefsiz…
Evet, geleceksiz ve hedefsiz olduğumuz zamanlarda zaman geçmek bilmez! Zamanı, anı yaşayabilmek için amaçlarımızın hedeflerimizin olması gerekmektedir. Bir buluşmayı beklemek gibi…
İnsanın “O anı” yaşayabilmesi için hedeflerinin olması gerektiğini söylemiştik. Şimdi de can sıkıntısını ele alalım. Hayat; iş, ev arasında rutine bağlandığında ve konuşacak çok şey kalmadıysa ya da her gün aynı şeyler yapılmaya başlandığında can sıkıntısı oluşmaya başlar ve zaman hiç kesintiye uğramadan hep aynı şekilde akarsa, elimizden kaymaya başlar. Can sıkıntısı denen şey, aslında, zamanın tekdüzeliğinin neden olduğu sağlıksız bir kısalmadır... Alışkanlık, zaman duygusu uykuya yatarsa ortaya çıkar. Yeni alışkanlıklar edinmenin ya da eskilerini değiştirmenin altında yatan şey, yaşamı korumak, zaman duygumuzu yoğunlaştırmak, zaman deneyimimizi yavaşlatmak ve böylece yaşam duygumuzu yenilemek arzusudur". Can sıkıntısının sebebi sıradanlaşmaktır. Tekdüzeliktir.
Salvador Dali’nin tablosunda resmettiği “ Eriyen saat” resmi bize zamanın yapaylığından bahseder. Belleğin Azmi ya da diğer adıyla Eriyen Saatler Tablosu’nda anlatılmak istenen şey zamanın dirençsizliğidir. Eserde bulunan 4 adet saat ve sinek, karıncalar ve insan yüzüne benzeyen bir obje bulunmaktadır. Erimiş saatler, insan figürleriyle aynı yerde bulundurulmakta ve zamana karşı yenilen insanların bunu fark edemediğine atıf yapılmaktadır. Özetle Belleğin Azmi Eriyen Saatler Tablosu’nda anlatılmak istenilen, insanların zaman karşısında belleğinin ve gerçekliğinin yavaş yavaş kaybolmasıdır. Kayıp giden ile mücadele etmek ise insanın kendi isteğine bağlıdır.
Ünlü düşünürler, ressamlar, yazarlar geçip giden zaman üzerine çokça kafa yormuşlardır. Hemen hemen hepsinin vardığı ortak sonuç ise hedef ve amaçlar ile yaşamı birleştirmektir. Çünkü zaman görecelidir. Bir an bitmesini istemediğiniz zamanın, başka bir anda ise su gibi akıp gitmesini istersiniz.
Bazen bir gün, bir haftadan uzun olabilir…
“Finiş” olarak filmlerin sonunda görmeye alışık olduğumuz kelimenin iki anlamı vardır. Son/bitiş ve ulaşılacak hedef. Geleceğe ertelediğimiz her hedef bitişimizi hızlandırmaktadır aslında. Zamanı verimli geçirmek, sıkıcı bir hayat yaşamamak için hedeflerimizin/amaçlarımızın olması, yeni alışkanlıklar edinmek gerekir.
“Ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda
yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim
Oysa bilmediğin bir şey vardı sevgilim
Ben sende bütün aşklarımı temize çektim
…
Daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını
Takvim tutmazlığını
Aramızda bir düşman gibi duran
Zaman'ı
Daha o gün anlamalıydım
Benim sana erken
Senin bana geç kaldığını… ” M.M.
Zamansız bitişlerimizin, zamana sığmayan başlangıçlar olması dileğiyle…