“Benim memurum işini bilir” dedi, zengini savundu, orta direği önemsediğini söyledi, prensler yarattı. Başlangıçta halkın içine çokça karışsa da bir suikast girişiminden sonra halkla arasını iyice açtı. “İki buçuk gazete Türkiye’ye yeter” diyerek pek çok köklü gazetenin kapanmasına neden oldu. Onun kendi gazetecileri, kendi yazarları, kendi sanatçıları vardı. Eşi Semra Hanım’ın etkisi altında kalmak onun için gündelik yaşamın bir gereğiydi. Aşırı Amerikancıydı. Amerika’ya gittiğinde Başkan Bush’un malikanesinde kalmaya bayılırdı. Askeri eşofmanla teftiş etmesi, Bodrum’da denizde yüzerken basın toplantısı düzenlemesi, “Türkiye Yunanistan’la savaşın eşiğinde” havasının iyice estiği günlerde Londra’ya gidip tatil yapması, randevu almadan Sovyetler Birliği’ne gidip başkanıyla görüşememesi, onun günlüğünün önemli olayları arasında yer alır.
Özal, taşlarıyla oynayarak Türkiye’yi zenginleştirmeye çalışan bir liderdi. En çok yolsuzluk onun zamanında oldu, en çok banka onun zamanında battı, en çok zengin onun zamanında türedi. En çok fakir de onun zamanında oluştu.
Böyle bir lideri, “Sevabıyla-günahıyla” anmak boynumuzun borcudur.
Emekliler birlik olsa
Bu ülkede 18 milyona yakın emekli var. Aileleriyle birlikte 30 milyonu bulurlar.
Ezilirler, harcanırlar, adam yerine konmazlar, sömürülürler… Seslerini çıkarmazlar.
Çıkarsalar da maaş kuyruğunda cılız sesleriyle bir-iki sitem; o kadar.
Onları devletten çok üye oldukları dernekler sömürür. Sadece ucuz, kalitesiz kömür verirler o kadar. Hiçbir emekli dernek başkanının, üyesinin hakkını savunacak iki kelime ettiğine tanık olmadık, olmayacağız da.
Oysa akıllıca örgütlenseler, şuurlu hareket etseler, iyi adamları başlarına getirseler ve bir bütün olmayı başarsalar, onların gücüne hiçbir güç yetmez.
İstediklerini yaptırırlar, istediklerini parmağında oynatırlar.
Böyle gelmiş, böyle gidecek.
Sadece son maaş ayarlamasıyla milyonlarca emeklinin mağdur edilmesi gerçeği bile böyle bir uyanmayı haklı hale getirmez miydi?
Bunun neresi sevap?
Anladık; vicdanın depreşmiş, yardım edeceğin tutmuş, yapmışsın.
Buraya kadar ne güzel. Eminim sevaba da girmişsin.
Ama o da ne?
İyilik ettiğin, yardımda bulunduğun insanla hatıra fotoğrafı çektirip bunu sosyal medyada yaymak da ne?
Sen bunu yaparken sadece yanındaki o zavallı insanı daha da zavallılaştırmakla kalmıyorsun; bizzat sen zavallılıkta onun önüne geçiyorsun.
Bütün dinlerde sevap da günah da gizlidir. İyilik ettiğini yayarak kimseyi teşvik etmiyor, aksine nefret ettiriyorsun.
…
Bu örnekleri en çok da Ramazanlarda, dini bayram öncelerinde görüyoruz. Gerçekten vicdanın kabul etmeyeceği bir şey.
Asıl iyilik onu Allah’la senin bildiğin bir gerçekle sunmaktır. İnsanları rencide ederek değil.
Tuvalet kültürü
Böyle bir kültürün ne kadar önemli olduğunu ne yazık ki yeni yeni kavramaya başlıyoruz.
Tuvaletin bir kültür ve adap olduğunu; modern yaşamın bize bir zorlaması olduğunu da kabul edelim.
Ama bu konuda hızla yol aldığımız söylenemez. Umumi tuvalet denen çoğu ucubeyi ne yazık ki devre dışı bırakamıyoruz.
Şimdilerde hijyen savunucusu bir takım umumi tuvaletler kurulup hizmet vermeye başlasa da diğerlerinin varlığını ve sunduğu riskleri de hesaba katmalıyız.
Anadolu’da otobüsle uzun yolculuklar yapanlar, bunun ne demek olduğunu çok iyi bilir.
Tuvalet konusu, devlet elinin uzanmasını istediği ve beklediği bir konudur. Hijyen isteniyor ve korunacaksa bu el vakit kaybetmeden bir şekilde uzatılmalıdır.
İbrahim ORMANCI - DUVAR YAZILARI
Bilgisayarın başında pinekleyip durmaktan bir VERİ bir KEMİK kaldığım doğrudur hani!
***
O kadını seviyorum diye rahatsız etme. Yoksa size ''Leyla ile Mecnun'' değil ''Leyla ile Meczup'' derler bilesin!
***
Eee soğanın kilosunun 30 TL olması ''Menemen soğansız olur'' diyenleri hükmen galip ilan ettirdi!
***
Dimyata pirince giderken, Cumhurbaşkanımızın konvoyuna yakalandım. Bir türlü gidemedim!
***
En son okuduğu kitap Cin Ali olan vatandaşla benim oyum bir mi?
***
Ömür biter, memura, emekliye zam beklentisi bitmez!
***
Atam izindeyiz olmasına ama izini silmişler. Üstüne beton yığınlarını dikmişler!