CHP, Atatürk'ün partisi mi?-3

Abone Ol

CHP'nin kurultayları yalnızca parti içi hesaplaşma değil, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına gösterilen şeffaflığın da bir tezahürüdür. Çok sayıda bilim insanı bu kurultaylar hakkında makaleler yazmıştır. Kısacası, bu kurultaylarda devletin izleyeceği ekonomik ve sosyal politikalar da tartışılmış, tek adam ya da tek parti devleti olmaktan ziyade, üst akıl katılımının sağlandığı, yönetimde yer alan paydaşların makul kararları ifade ettiği toplantılar olmuştur. Hasan Uzun tarafından yazılan Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi'nde yer alan Cumhuriyet Halk Partisi'nin 1946 Olağanüstü Kurultayı başlıklı makalenin giriş bölümünde kullandığı, "Kurultaylarda alınan kararlar, sadece parti üzerinde etkili olmakla kalmamış, ülkede izlenecek ekonomik, toplumsal ve siyasal politikaların belirlenmesi açısından da önemli bir zemin oluşturmuşlardır" ifadeleri, bugün bazılarının CEHAPE dönemi diyerek küçümsediği, tek parti dönemi diyerek bolca yalan ürettiği bir dönem olmadığını gözler önüne sermektedir. 

CHP'nin logosunu oluşturan altı ok, partinin 1931'de gerçekleştirilen 3. kurultayında resmileştirilmiştir. Bu kurultaya ilişkin önemli notlar arasında, devletçilik ilkesinin parti programında resmi olarak kabul görmesi sayılabilir. Dönemin konjonktürü ele alındığında, İzmir İktisat Kongresi'nden 1931'e dek geçen yıllara bakacak olursak, İktisat Kongresi'nde özel ve yabancı sermayenin öneminin vurgulanarak yeni kurulan Cumhuriyet'in iktisadi temellerini oluşturması adına adımlar atılması kararı alınsa da 1928-1929 yıllarında tüm dünyada belirginleşen ekonomik buhrandan Türkiye Cumhuriyeti'ni ayrı tutmak kabul edilemez. Döneme ilişkin tahliller yapılırken bu gelişme göz önüne alınırsa, 8 yıllık dönemde ülkenin ekonomik şartları istenildiği kadar iyileştirilememiştir. İşte CHP'nin 3. Kurultayı'nda Mustafa Kemal ve İsmet İnönü tarafından yapılan konuşmaların ardından kooperatifçilik devletin faaliyetleri arasına girmiştir. Söz konusu konuşmalarda İsmet İnönü, 1927'deki Kurultay'dan beri geçen 4 yılın hesabını vermiştir, gelişmeleri aktarmıştır.Öte yandan 3. Kurultay'da parti programına entegre edilen Halkçılık ilkesi ile birlikte Hakevleri açılması kararı alınmıştır. Bu bağlamda, CHP ve Türkiye Cumhuriyeti, çağın gereklilikleri yönünde yeniliklere ayak uydurma konusunda asla geri durmamıştır. Aynı zamanda bu kurultayda kendine bir doktrin arayan parti, ideolojisini tesis etmiştir: Kemalizm. Yine burada Mustafa Kemal'in her mektubunda 'Dost ve yoldaş Lenin' diye hitap ettiği Lenin gibi bir hüviyete bürünme çabası görmezden gelinmemelidir. Marksizmin bu topraklarda, hiçbir üretimi olmdan kabul görmesi, çok olası değildir. Ancak Fransız cumhuriyetçiliği ve Bolşevik sosyalizminin Anadoluya göre uyarlanması başarıya ulaşabilirdi. Aç parantez, bugün hala 1921 anayasası mı, 1924 anayasası mı kurucu anayasa olarak kabul edilmeli tartışmaları yapıladursun, 100 yıl önce pragmatist bir davranışla alınan kararlarla, Cumhuriyet'le hesaplaşması bitmeyecek dar görüşlüler yüzünden Atatürkçülük basite indirgenmiştir. Kuruluş aşamasında kırılgan olan her devletin alabileceği kararları alan, uygulanabilecek her eylemi gerçekltiren kadroyu, bugünün gerçekleriyle tenkit etmek ancak gerçeği bağlamından koparmak isteyerek alaşağı etmeye çalışanların işi olabilir. Dönemin yeni palazlanan siyasal islamcı çevreleri 'Komünizm geliyor' naraları atadursun, devletçilik ve halkçılık ilkelerinin parti programına dahil edilmesi, bugün inkar edilen bazı gerçeklere ayna tutmaktadır. Mühim olan devleti benimsemek mi yoksa halkı mı? İstersen kapa parantez.

O dönem ekonomik buhranın da siyasal düşüncelerde rol oynamasının ardından çok partili döneme geçiş çalışmaları başlatılsa da sonuç, henüz ayağa kalmaya çalışan Cumhuriyetin düşmanları tarafından bozgun olmuştur. Yüzyıllarca söz sahiplerinin emek düşmanı tüccarların olduğu topraklarda liberal ekonomi savunucuları devletçi politikalara tahammül edememiştir. 

Atatürk'ün son kurultayı olan CHP 1935 Kurultayı'nda açılış konuşmasını yapan Mustafa Kemal, "Partimizin her kurultayı, denebilirki, bir dönüm başında toplanmıştır. 1927 Kurulayı, doğuda kopan azıyı yenerek Cumuriyetin sarsılmaz temelde olduğunun anlaşılmasına; 1931 Kurultayı güvenlik ve sükûnun kesin olarak kurulmasına rasgelir. Bu kurultayımız ise, geniş ölçüde gelişim devri içinde bulunduğumuz günlerde toplanmış oluyor,  Kurultayın, yeniden alacağı ilerleme ve yükselme tedbirlerile vatanın yüksek yönetimini erdemli ellerinde tutan Partimizin, şerefli tarihini zenginleştireceğine şüphe yoktur. Geçen Kurultaydan bugüne kadar, kültürel ve sosyal alanda başardığımız işler, Türkiye Cumuriyetinin ulusal çehresini, kesin çizgilerile, ortaya çıkarmıştır. Yeni harfleri, ulusal tarihi, öz dili, ar, ilimsel müzik ve teknik kurumları ile, kadını erkeği her hakta eşit, modern Türk sosyetesi bu son yılların eseridir" sözleri hülasa her anlamda kabul görmüş Cumhuriyet'in artık kendini kanıtladığının bir göstergesidir. Mustafa Kemal'in hayatının son döneminin nasıl geçtiğine dair çeşitli tezler ortaya atılsa da gelişim çabasının yeni bir hüviyet kazandığı ortadadır. Öte yandan Atatürk'ün, "Cumhuriyetin dış siyasada özenle güttüğü amaç arsıulusal barışı korumak ve güven içinde yaşamaktır. Komşularımızla dostluk ve eyi geçinme yolunda her gün biraz daha ilerlemekteyiz. Sovyetlerle dostluğumuz, her zamanki gibi, sağlamdır ve içtemdir. Kara günlerimizden kalan bu dostluk bağını, Türk ulusu unutulmaz değerli bir hatıra bilir. İki memleket arasında her yönden değetler, sıklaşmakta ve genişlemektedir. Sovyetler, Cümuriyetimizin onuncu yılında, yüksek delegelerile, şenliklerimizde hazır bulundular. Devletlerimiz, hükûmetlerile ve uluslarile, her fırsatta birbirlerine nasıl inandıklarını ve ne kadar güvendiklerini bütün dünyaya göstermektedirler. Son günlerde boğazlar mes’elesini ortaya koyduğumuz zaman, Sovyetlerin bizim tezimizdeki doğruluğu ve haklılığı bildirmiş olmaları, Türk ulusunda yeniden derin dostluk duyguları uyandırmıştır. Türk - Sovyet dostluğu arsıulusal barış için şimdiye kadar yalnız hayır ve fayda getirmiştir. Bundan sonra da yalnız hayırlı ve faydalı olacaktır" sözleri, hiçbir yana çekilemeden apaçık bir şekilde Kemalizm'in Marksizm'e yakın olduğunu bize gösterir.

Mustafa Kemal Atatürk'ün vefatından sonra gerçekleştirilen 1938 kurultayında, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, "değişmez genel başkanlığa" seçilir. Atatürk, 'Ebedi Şef', İnönü ise 'Milli Şef' ünvanı kazanır. O döneme ilişkin, unutulmamalıdır ki, İkinci Dünya Harbi patlamak üzeredir, Avrupa'da Türkiye sınırına dek müthiş bir hareketlilik vardır ve bu gelişmelerin sonucu olarak giderek artan ekonomik buhran kapıdadır. Dahili sorunlar da aynı zamanda iktisadi anlamda Cumhuriyet'i zorlamaktadır. 

İnönü'nün CHP Genel Başkanı olmasının ardından parti bürokrasisinde yozlaşma giderek artmaktadır. 1945'e dek geçen süreyi Fevzi Çakmak, Çok Partili Siyasi Hayata Geçiş Sürecinde CHP Kurultay Görüşmeleri ve Müfettiş Raporlarına göre parti teşkilatının karşılaştığı sorunlar makalesinde şöyle özetlemektedir: 1923 ile 1946 yılları olarak belirlediğimiz “Hâkim Tek Parti” döneminin sonuna gelindiğinde ise CHP’nin üye yapısı içinde partinin üst yönetim kademelerinde serbest meslek mensuplarının, memurların, öğretmenlerin ve tüccarların açık bir egemenliği göze çarpıyordu. Taşrada partinin yüzü olan il yönetim kurulları içinde aynı durum söz konusuydu. Tabana doğru indikçe toplumun genel yapısı ile parti üye yapısı daha çok örtüşüyordu. Parti yönetimine hakim olanlar, geniş halk kitlelerinin talep ve ihtiyaçlarına yeteri kadar eğilmeyen; siyasette halkın öncelikleri yerine kendi önceliklerini koyan bir tutum takınıyorlardı. Bu durum, parti yönetimi ile halk arasında bir iletişim sorunu yaratırken, alt kesimlerin partiye olan aidiyet duygularını zayıflatıyordu. Ayrıca uzun tek parti iktidarı boyunca devam eden parti-devlet bütünleşmesi sonucu, halkın zihninde CHP tüm olumsuzlukların sorumlusu olarak görülüyordu. Ve İkinci Dünya Savaşı sonrası başlayan yeni dönem de, parti yöneticilerinin karşılarında buldukları en büyük zorluklardan biri, halkın zihninde yer eden bu olumsuz algıyı değiştirebilmekti.

CHP'nin bürokrasisi altında kalmasıyla sonuçlanan dönemin ardından kesin olarak çok partili hayat geçiş çalışmaları başlamıştı ancak bu dönemi dünyadaki gelişmelerden bağımsız düşünmek elbette namümkün. 

Devamı yarın...