Daha önce “Narin” adlı şiir kitabı ve “Yasımı Tutmayın” adlı romanıyla okuyucuyla buluşan Recep Çöl, bu sefer kadın bir emekçinin hikayesinin izini sürüyor. Çöl, sosyal güvence sisteminde yaşanan çarpıklıkların sonuçlarını tanıdığı insanların yaşayışlarından işliyor. Ülkedeki kurumların tümden suçlanamayacağını söyleyen Çöl, “Ülkemizin bu güzide kurumunun bünyesinde faaliyet gösteren patronların kötü niyetli olanları; en büyük vebal sahibidirler. Ayrıca liyakatli, adil ve adaletli olmayan; yöneticileri ile personelleri de, kusur sahibidir diye, düşünmekteyim” dedi. Sözü Çöl’e bırakıyoruz…

Whatsapp Image 2024 03 14 At 15.20.04 (2)

-Her yazara eserlerinin oluşmasında kendisine neyin ilham olduğu sorulur. Siz, gerçek hayattan insanları romanlarınıza konu ediyorsunuz. Bu insanların acı gerçekleri var eserlerinizde. Yaşanan ya da tanık olunan acıyı yazmak için ilhamınızı değil de dayanma gücünüzü nereden aldığınızı sormak isterim.

      Kendimi bildim bileli, halkla ilişkilerde çalışıyorum. Örneğin, tezgâhtarlık, garsonluk, amelelik ile başlayan iş hayatımdan sonra, Sümerbank ve SGK gibi bünyesinde her türden insan mozaiğini barındıran kurumlarda devam etti. Ayrıca memuriyetim döneminde; iş yerimizde örgütlü olan sendikamızın, işyeri temsilciliğinden genel merkez yöneticiliğine kadar, bütün birimlerinde görev aldım. İş yaşamım dışında; 50 seneyi aşkın bir süredir, profesyonel şimdi ise amatör olarak spor yapmaktayım. Bir diğer önemli ilgi alanım ise sinemaya olan tutkunluğumdur. Sinema benim için en büyük üniversitedir. Emekli olduktan sonra da, halen; sosyal güvenlik uzmanlığı yapıyorum. Genel durumu izah etmeye çalıştığım gibi iş hayatım ve ilgi alanlarımın tamamı aktif insan ilişkileri üzerinde olmuştur; 

     Daha da önemlisi; eserlerimdeki hikâyelerin; birebir tanığıyım. Romanlarımdaki karakterlerle birlikte üzüldüm, sevindim, ağladım ve güldüm. Özetlemem gerekirse dayanma gücüm; bu gerçek hikâyeleri iliklerime kadar yaşamış olmamdan gelmektedir.    

Whatsapp Image 2024 03 14 At 15.21.48

GÜVENCESİZLİK DURUMU

-İlk romanınız “Yasımı Tutmayın”da da emekçilerin kapitalist düzenin güvencesizliği ve bunun trajik bir sonunu anlatmıştınız. “Şelale-Korsan Aşk”ta da yine sosyal güvenlik sistemi üzerinden gidiyorsunuz. İşçi-emekçi kitlelerin ülkemizdeki durumu ortadayken bu konuyu defalarca işlemenizin nasıl bir etki yaratmasını bekliyorsunuz?

     SGK bünyesinde gelişen bu nahoş hikâyelerin vebalini SGK gibi kutsal bir kuruma yüklemek gibi bir davranış biçimim asla olmamıştır. Ülkemizin bu güzide kurumunun bünyesinde faaliyet gösteren patronların kötü niyetli olanları; en büyük vebal sahibidirler. Ayrıca liyakatli, adil ve adaletli olmayan; yöneticileri ile personelleri de, kusur sahibidir diye, düşünmekteyim.

     Benim ısrarla üzerinde durduğum bu telafileri pek mümkün olmayan yaraları; toplumun hafızasında güncelleştirmeye çalışmak ve yasa yapıcılarla yöneticilerin SGK'nın kutsiyetine gölge düşme ihtimaline mani olmaları ve SGK’nın yönetmenliğinin; işçi ve emekçilerin lehinde düzenlenmesine, katkı sunmayı amaçlıyorum. 

Whatsapp Image 2024 03 14 At 15.20.03 (1)

-Romanınızda baş kahramanın kadın olması sizi ne kadar zorladı bilmiyorum. Ancak, Şelale’nin sürekli bir meydan okuma üslubuyla konuştuğunu söylememe izin verin. Başeğmez emekçi kadın değil de isyankâr bir kişilik. Üslubunda kadınlığı pek az okudum. Neden böyle bir tercih yaptınız?

     Romanımın başkahramanı kadın olan Şelale karakteri ile zaman zaman çelişkiler yaşasak bile kendisiyle keyifli bir yolculuk yaptığımı rahatlıkla söyleyebilirim. “Meydan okuma” ve ”baş eğmeme” özelliğine gelince; (Öteki mahalleden) oluşu, zorlu bir hayatı, maddi imkânlardan yoksunluğu ve soya çekim gibi argümanlarla izah edebilirim.  Karakter tercihi konusuna gelince de, hikâyenin genel uyumu açısından bir “tercih” değil de  “Zorunluluktu” demek daha doğru olur, kanısındayım.  

KARAKTER YARATIMI

-Yine erkek kahramanın (-ki buna yazar da diyebiliriz sanırım), Şelale karşısında sakin ve saygılı olduğunu okuyoruz. Neredeyse Şelale her tartışmada üstün. Erkek egemen bir toplumda kadının sözünü bu denli güçlü kurmanızın nedeni nedir?

     Bir insan düşünün ve bu insan; hem kadın, hem sahne emekçisi, hem de direngen bir karakter. İşte burada saygıyı hak etmesi ise tam anlamıyla bir “hak” ediş şeklidir.

     Sorunun ikinci kısmı için şunu söyleyebilirim. Eğer demokrat, aydın, devrimci ve edebiyatçıysanız işte burada, kadınının havaya kalkan yumruğunu selamlamak; enginliktir. Genel durumu şöyle özetlemek isterim GEL HA GÖNÜL HAVALANMA Türküsünün bir bölümü şöyledir: “Engin olmak yüceliktir, engin ol gönül engin ol…”  

-Yine Şelale’nin duygusal yolculuğu ile ilgili konuşmak istiyorum. Onun isyan duygusu, öfkesi ne denli gözleme dayanıyor? Sizin yarattığınız Şelale ağırlıkta mı?

     Şelale konusunun; başlangıcı, ilerlemesi ve sonuçlanması ile bir bütünsellik arz etmesi gerekiyordu. Şelale karakterini farklı anlatmak “eşyanın tabiatına aykırılığı” gibi olurdu, şeklinde düşündüm.

     “Katkı” konusuna da şöyle özetlemek isterim; karakterlerin tamamı, yazarın öz evladı gibidir.  Ancak Şelale profiline ihtiyaç duyulan; malzemenin eksik kalmaması için, malzemeden hiç cimrilik yapmadım.  

YAZAR DENİZLER GİBİDİR

“İmla Familyları” bölümü ilginç bir türetme. Ancak, Şelale’yle sürdürülen uzun diyalogların atmosferinden kısmen kopuk. Yazar bu bölümde neden içine kapanıyor?

     Bir örnek vermek isterim: Diyelim ki bir gazete, kitap, dergi ve ya okumak için herhangi bir şey aldınız,  bir de bakıyorsunuz ki; ya harfler yer değiştirmiş veya nokta gitmiş virgülün sınırlarını ihlal etmiş. Gibi gibi… bu liste çok daha fazla uzatılabilir. İşte tam da burada yazar; “imla” sülalesini ti’ye alıyor denilebilir. “yazar neden içine kapanıyor” kısmına gelince; yazar denizler gibidir. Zamanı ve yeri gelince; kendisini bile dinlemez. Ona söz geçirmek, bir ölüyü diriltmek kadar “zordur” desem, biraz abartmış olurum hepsi bu kadar.   

Kitapta yakın dönemin kapanan kurumları, işçi-memur mitingleri gibi konular da işleniyor. Yazarken bu ülkede birçok şeyin neden bu kadar hızla değiştiğini, değişmek ne, yok olup gittiğini düşündünüz mü?

     Bana göre, romanın en vurucu, en sınıfsal ve hatta eş başrol olan konusu ise adına “özelleştirme yasaları” denilen işçi sınıfına ve dahi vatana İHANET yasalarıdır. Kapanan onlarca ekmek kapıları nedeniyle; yüz binlerce insan işsiz kaldı. Milyonlarca insan da ekmeğinden oldu. Benim, sendikamızın genel eğitim sekreterliği dönemimde; üzerinde en fazla durduğum ve sendikama en fazla yapılması gereken EYLEMLER ile ilgili önerimin konu ise özelleştirmeler karşıtı eylemliklerdir. Israrla ve sürekli “ya özelleştirmeleri durdururuz ya da ekmek teknelerimiz yok olup gideceklerdir” diye haykırdım. 

1920’LERDEN BUGÜNE DİRENİŞ

 Roman İzmir’de geçse de, Çorum, Malatya gibi kentlerle ilgili belirlemeler dikkat çekiyor. Yazar olarak taşraya bakışınızda soğukkanlı kalabildiğinizi düşünüyor musunuz? En azından Şelale konuşurken taşra-toplum ilişkisi bizi umutsuzluğa götürüyor…

     Hikâyenin ana çıkış noktası; Maraş ilinin Pazarcık ilçesinin Dönükler köyünün Elifler mezrasıdır. Çünkü Haşmet’in dedesi 1920’lerde Fransızların Antep’e girmesiyle Antep halkıyla işgale karşı savaşarak şehit olan Molla Mehmet Karayılan’dır. 

      Sorunuzun ikinci kısmına vereceğim cevabımda şu şekildedir: Yazarın Çorum topraklarına; gözyaşları ve alın teri dökülmüştür. Çorum yazarın; kahkahalarının sönük, ağlamalarının yüksek olduğu bir şehrin adıdır. Çorum yazarın; ötekileştirildiği, ailesiyle bağlarının bir türlü sağlamlaşamadığı ama umutlarının asla sönümlemediği bir şehirdir.  Çorum yazarın; kininin, öfkesinin ve azminin başşehridir. Çorum yazarın zorluklara baş eğmediği, ilk kez roman yazma denemesini hayata geçirdiği, doğduğu ve doğduğu topraklarda doyamadığı bir şehrin adıdır. Bu nedenle umutsuzluk, her yerde dal budak salabilir. İşte tam da burada; teslim olmamayı görünür kılmak gerekiyor. 

     Recep Çöl, Şelale-Korsan Aşk, Phoneix Yayınları, 2023, Ankara.

Muhabir: Feyaz Tatar