Usta bir magazinci olduğu kadar sanatçı dostu da olan Yusuf Çınar, geçenlerde bir paylaşım yaptı. Bülent Ersoy, Urla’da Urla Sahne’de muhteşem bir konser vermiş. Hazırlanan özel localarda Diva’yı dinlemek isteyenler, kişi başına 45 bin lira ödemişler. Diğer izleyenlerin ödedikleri de sahneye yakınlığı, uzaklığı ile bağlantılı olarak değişmiş.
45 bin lira, yeni düzenleme ile iki memur maaşı.
…
Eskilere dönelim.
Yıl 1972… Gelincik adlı magazin-aktüalite gazetesini yönetiyorum. Dönemin popüler sanatçılarından Asu Maralman’ın eşi, müzik yapımcısı ve gazeteci Orhan Şevki, bir fotoğraf ve yanında kısa bir yazı gönderdi. Saçları biraz uzun, gözlüklü, henüz 20 yaşında olan bir genç. Ama İstanbul Belediye Konservatuvarı’nda ders veriyor. Adı da Bülent Erkoç.
“Bu haberi kullan. Bu çocuk yakında olay yaratacak” dedi.
Çok geçmedi. Türkiye bir büyük sesi daha tanıdı. Plakları, sahne çalışmaları ile gerçekten muhteşemdi.
Soyadı daha sonra Gazinocular Kralı Fahrettin Aslan tarafından değiştirilen Bülent Ersoy, ilk kez İzmir’de Dalyan Gazinosu’nda sahne alacaktı. Orhan Şevki, “Provaya git, seni bekliyorlar” dedi.
Babası Fikret Erkoç ve annesi Necla Erkoç, prova yapan oğullarını pür dikkat dinliyor, arada bir terini siliyorlar. Bu yüzden kendisiyle parçalı bir sohbet gerçekleşiyor.
Mütevazı ama kendinden emin. Kusura taviz vermeyen bir tavrı var. İstiyor ki, en iyisi olsun.
O gün, “Bu çocuk bir gün gelir, Zeki Müren’e rakip olur” dedim.
Gazino sahibi rahmetli Nuri Yalçuk (Bornovalı Nuri), “Olur vallahi” dedi.
Nuri Yalçuk’a “Gecede ne kadar para veriyorsun?” diye sordum.
Şöyle cevapladı:
“Rakamı Fahri Bey belirliyor. İzmir’de sahneye ilk çıkışı. 250 gibi.”
Çalıştığım gazetede 5 bin lira maaş alıyorum. Yani bir günlük kazancımdan yüzde 70 fazla.
O gece ve sonrasında gazino ful çekti. Bülent Ersoy aşısı İzmir’de tuttu.
Bir iki yıl sonra Bülent Ersoy’un annesi Necla Hanım, gazeteci arkadaşım Cahit Poyraz’la evlendi. Cahit, aynı zamanda Bülent Ersoy’un basın danışmanlığını da yapıyordu. Bülent Ersoy, bunalımlı yıllarını yaşıyordu ve önüne gelene çatıyor, kendisiyle bile kavga ediyordu. Fuar’da sahneye çıkacak. Cahit, önceden geldi, “Ne olur, hakkında ne leyhte, ne aleyhte yayın yapmayın. Bu günlerin atlatılması için en hayırlısı bu. ”dedi.
Ve o yıl, hiçbir gazete kendisinden tek söz etmedi. Ekici Över’de yer yerinden oynuyordu ama o kadar. Bundan izleyenler dışında kimsenin haberi yoktu.
Bir yıl sonra ihtilal oldu, Kenan Evren, Bülent Ersoy’a sahne yasağı koydu.
Bülent Ersoy’da bunalım tavan yaptı.
Özal zamanında araya girenler bu yasağı kaldırırken Bülent Ersoy da Londra’da cinsiyet değiştirme ameliyatı olduktan sonra ortalık duruldu.
Yıldızı hep parladı, Zeki Müren’e rakip de oldu ama asla öne geçemedi. Ama Zeki Müren hayatta iken bile ondan daha çok seyirci topladı, daha çok para kazandı.
Bir locadan onu izlemek için 45 bin lira verenler, bu hikayeyi bilirler mi dersiniz?
O günleri iple çekerdik
Kızılçullu Köy Enstitüsü, Türkiye’nin en seçkin öğretim kurumlarından biriydi. Ülkeye, becerikli, vatansever gençler yetiştiren bu kurum, orada eğitim görenlerin de gurur kaynağı idi.
Disiplin, her şeyden önde tutulurdu. Kızılçullu Köy Enstitüsü mezunları, parmakla gösterilirdi.
O yıllarda haftanın altı günü mesai yapılırdı. Pazar, tek tatil günü sayılırdı.
Bu nedenle Köy Enstitüsü öğrencileri, cumartesi günleri, ders saati bitiminde toplanır, sıraya girerek düzgün adımlarla Buca’ya kadar gidip gelirlerdi.
1940’lı yıllar. Buca’da iki otobüs, beş tane de özel otomobil var. Öğrencilerin yürüdükleri şimdiki adıyla Menderes caddesi, o zamanki adıyla İzmir caddesi, neredeyse sıfır trafik yükü taşıdığı için gençlerin, marşlar söyleyerek yürüyüş yapmaları daha kolay oluyordu. Bucalılar, caddenin iki tarafından toplanarak onları alkışlıyor, çoğu eğitimlerini bahçede doğa içinde yaptıkları için bronzlaşan yağız delikanlıları hayranlıkla izliyordu.
Kızılçullu Köy Enstitüsü’nün bu gençleri, milli bayramlarda da İzmir merkezinde düzenlenen törenlerin en beğenilen grubunu oluştururdu. Onları izlemek isteyenler, yürüyüş yapılacak günleri iple çekerdi.
Böyle paylaşımlar
Hayat pahalılığının her geçen gün insanın sırtına yüklediği, yaşam koşullarını zorlaştırdığı şu günlerde, bazı tipler, lüks restoran ve club’lara giderek bir güzel kazıklanıyor, sonra da o adisyon fişini cümle aleme yayıyorlar.
Mekan belli, fiyatları belli. Kazık atma olasılığı her zaman mevcut.
Onlar buna bakmıyor.
Onlar, paraya da acımıyor. Ama öyle bir paylaşım yapıyorlar ki, hangisine yoracaksınız, bilemiyorsunuz:
1- Ey böyle yerlere gidemeyenler. Bilin ki, gidebilenler var. İşte biz onlardanız. Aha işte ispatı, işte belgesi.
2- Ey bizim gibi böyle bir yere gitmeye niyetlenenler. Kazıklandık yahu. Siz siz olun, başka mekanlara gidip eğlenin. Bu kadar da olur mu canım?
Sonuç şudur:
Ne içtiler, ne yediler, sökemedim ama servis için 8 bin lira ödemişler ya; bundan şunu anladım: Emeğe saygı göstermişler.
Gerisi hikaye.
Tencere dibin kara, seninki benden kara… Desene hep birlikte olmuşuz maskara!
***
Parlak bir cilt için kayısı, parlak bir beyin için de erkeğe karısı lazım. Kadın dırdır etmezse erkekte beyin pırıl pırıl olur annem!
***
Deveye neren eğri diye sormayın bence. Ne olacak bu memleketin hali diye sorun. İkisi de aynı kapıya çıkıyor nasılsa!
***
''Sen mutluluğun resmini çizebilir misin Abidin?'' diye sordum. “Siz çok oldunuz artık ülen” deyip elinde sopayla beni kovalayan bir adam gördüm iyi mi?
***
Ülkemizin sorunlara çözüm bulan siyasetçilere ihtiyacı varken, Abdüllatif Şener gibi bizimle kafa bulan siyasetçiler reva mı Allah'ım?
***
Her şey aynı tas, aynı hamam ama tellağın fikri bozuk!
***
Kılıçdaroğlu yatacak yerin yok senin. Hani 15000 TL bayram ikramiyesi alacaktık?