Eşya
Ferit Reyhan Sümer
Yerleşim yerlerinin belli alanlarında aralıklarla kurulan kullanılmış her çeşit eşyaların, kitapların satıldığı pazarlar olduğu gibi, ikinci el ve antika eşya dükkanlarının yanı sıra, ikinci el kitapların alıp satıldığı SAHAF çarşısı hepimizin zaman zaman dolaştığı yerlerdir.
On gün önce tesadüfen bir hayır kurumuna ait kullanılmış eşya satan bir binayla karşılaşınca, içeri girerek dolaşmaya başladım.
Kapıdan içeri girdiğim ilk anda içeride yaşanmış hayat hikayelerine tanıklık etmiş çeşitli eşyalarla karşılaşacağımın habercisi olan duvarda asılı resimler ve kurulmadığı için çalışmadığı halde insanın gözünü ayıramadığı el emeği göz nuru olan duvar saati, sabit duran sarkacından çıkan sessiz tik taklarıyla “ben bir asırdan fazla kalabalık bir ailenin yaşadığı, onların her gününe tanıklık ettiğim evde oturma odasında baş köşedeydim” diye fısıldıyordu.
Arkamdaki şahsın yol istemesi beni kendime getirirken, ailede hayatta olanlar neden, anılarla dolu tarihe tanıklık etmiş bir eşyayı vermiş olabilir diye düşündüm. Aklıma ilk olarak, insanın yaşadığı sözüm ona modern topluma uymak için, yaratılmış taklit yaşam dünyasındaki eşyaların ne derece acımasız rolü olduğu geldi.
Üç katlı binanın alt katına inen tahta merdivenler ve duvarda asılı duran çeşitli 1850’lerden itibaren yapılmış olan yağlı boya tablolar eşliğinde çeşitli ev eşyaları, oyuncaklar, elektronik aletler ve dört duvarı kitaplarla dolu bir alan beni karşıladı.
Kitaplarla dolu raflar özenle düzenlenmişti, yaşadığım yerde konuşulan dillere ve işledikleri konulara göre ayrılmışlardı.
Raftan kapağı biraz yıpranmış bir kitap adım, 1903 basımı bir romandı, sayfalarını merakla karıştırdım, akıcı bir üslupla yazılmış, bugünkü gibi şıpsevdi ilişkilerin yaşanmadığı, zamanının kadın erkek ilişkilerini anlatan, tutkulu bir aşk romanı.
Yanımda duran henüz 18 yaşında olduğunu düşündüğüm gence, kitabı göstererek bu kitabı okurken zorlanıp zorlanmadığını sordum, sorum genci şaşırtmış olmalı ki! Cevabı “Niye zorlanayım roman benim ana dilimde yazılmış her kelimesini anlıyorum” oldu. Sorduğum sorunun utancı içerisinde, Ülkemde kaç genç bırakın 1900’lerde yazılanları, 1950’lerde yazılanları okuyup anlar! diye düşünerek gence teşekkür ettim.
Biraz hüzün biraz soruma aldığım cevabın utancı içerisinde züccaciye bölümüne geçip raflara dizilmiş porselen ve kristal eşyaları incelemeye başladım, iki barok stili sandalye ve küçük bir masa üzerindeki porselen iki adet altın işlemeli kahve fincanı şekerlik sütlük ve küçük gümüş kaşıklar beni kendilerine mıknatıs gibi çektiler.
Fincanı incelemek için elime aldım altındaki damga Bavyera porselen 1938 senesini gösteriyordu.
İkinci Dünya Savaşı öncesi imalatı olan bu eşyanın sahibi olanlar, kısa bir süre de olsa mutluluk ve huzur içinde kahvelerini içip gelecek günlerde çocukları ve kendileri için hayaller kurup hesap yapmışlardır, diye düşündüm.
Peki öyle mi oldu dersiniz? Yoksa bu mutlu ailenin hayalleri ve hesapları, emperyalist kapitalist sömürgeci ülkelerin pasta paylaşmalarında çıkan anlaşmazlık üzerine, 1 Eylül 1939 tarihinde başlayan, 6 yıl süren 60 milyondan fazla asker ve sivil insanın hayatına mal olan savaşla buharlaşmış mı oldu!
Bugün durum başka mı dersiniz, ülkemize karadan denizden komşu olan ülkelerde, sömürgeci kapitalist emperyalist ülkelerin çıkardıkları kargaşa ve savaşlarla binlerce ailenin gelecek günler için yaptıkları planları ve hayalleri buharlaşıp yok oldu. İkinci dünya savaşı sonrası ortaya çıkan kıtlık ve soğuk kışla başa çıkma çabaları, günümüzde üçüncü dünya ülkelerini ve Avrupa’nın burnundan kıl aldırmayan sözde demokratik ülkelerinde değişik şekilde tezahür edişini gözlemliyoruz.
Elektronik eşyaların olduğu bölümü dolaşırken, bugünkü gençlerin tamamen yabancısı olduğunu düşündüğüm telsiz telefonlar, VHS kaset, CD çalıcılar, Fax, kaset çalar gibi eşyalar beni geçmişe götürdü.
Bir dönemler ülkemde bulunmayan bu aletlere gıptayla bakar ve adamlar yapmışlar, biz bunları yapamayız diyerek kendi kendimizi küçümser, emperyalist kapitalist sömürgeci ülkeleri baş tacı yapardık.
İTÜ tarafından 9 Temmuz 1952’de tek bant ve 100 Watt gücünde yapılan ilk televizyon yayınından sonra, 31 Ocak 1968 TRT TV yayını sonrasında bugün 350 TV kanalı yöresel ve ülke ve uydu yayını yapmakta, üstelik bunların çoğu kendi üretimimiz olan uydular üzerinden olmakta!
Toplu iğne yapamıyoruz diyen gönül gözleri kapalı bakar körler ve bizim milletimiz teknolojiyi de görsün. Allah aşkına teknolojiyi bir görsün millet. Oturduğum yerden Amerika'yı izliyorum. Bilinçli bir tercihti! diyenler, umarım aşağıdaki satırları ve bununla ilgili haberleri okuyunca, teknolojinin, yerli sermaye eşliğinde Türk insanı tarafından nasıl kullanıldığını ve nelerin başarıldığını anlarlar. **Bayraktar Kızılelma İnsansız Savaş Uçağının ilk uçuşunu yaptığını,** Baykar Lideri Selçuk Bayraktar “Daha fazla yerde tutamadık uçtu! Rabbimize şükürler olsun..." diyerek duyuruyordu. Gördük ki Biz de yapabiliriz! Yeter ki kendimize güvenelim!
Güvensizlik nereden kaynaklanırın en belirgin özelliği, insanın kendine yabancılaşmasıdır. Eğer bir insan fiziki varlık olarak ruhuna yabancılaşan, düşünmeyen (kendi düşünceleri yerine başkalarının düşündüklerini sorgulamadan kabul eden) hissedemeyen (manevi ve inanç duygularını terk eden), kişiliğini öne çıkarmak yerine, ürettiği veya üretilen mal, eşya, makam, mertebe, para ile toplum içinde kendine yer edinme çabası sonucu, mutsuz, korkularla dolu yaşam türü sahibi, kişiliksiz, güvensiz yabancı olarak ortada kalır.
Yabancılaşma, insanların kendi benliklerinin güçlülüğünün farkına varmadan, modernleşme süreci diye adlandırılan sürece ayak uyduramama sonucu verilen ruhsal tepkidir. Modernleşme sonucu ortaya çıkan, lümpen küçük burjuva takımı, taklit ettiği yaşam tarzı ve yukarıda sözünü ettiğim, eşya, para, makam mertebe ile evini doldurunca, bulunduğu ortamda insan olarak yer bulamadığı için, varoluşunun gayesini sorgulamaya başlar ve *ya asıl yüzünü keşfettiği yapay lümpen burjuva dünyasını kabul eder, benliğinden uzaklaşarak o dünya ile bütünleşir ya da bu sahte, madde üzerine kurulmuş ruhsuz inançsız dünya yaşamı ile uzlaşmadığı için, toplum tarafından reddedilmek bahasına baş kaldırarak, ruhuyla bütünleşerek gerçek benliğine döner!
Hadi gelin paketlediğiniz tavan arasına, kilere, dolap üstlerine kaldırdığınız, yaşadığınız bu günlerde onlara yer açmadığınız ya da açmak istemediğiniz geçmişte giydiğiniz kıyafetleri, fotoğrafları, kitapları çıkarın, size kim olduğunuzu hatırlatıp, yaşamış olduğunuz günleri hatıraları hatırlatıp tazeleyip, ruhunuzun yeniden güç kazandırıp, modern dünya (ruhsuz, materyalist dünya nasıl modern oluyorsa!) karşısında, yabancılaşmadan, lümpen küçük burjuva olmadan, ruhunuzla bedeninizle güvenle dimdik durmanızı sağlayın.
Yorumlar