Eurovision Şarkı Yarışması’na 1975 yılından beri katılıyoruz. İlk katıldığımızda yarıştığımız “Seninle Bir dakika Şarkısı”, Semiha Yankı’yı her ne kadar sonlara taşımışsa da biz böyle uluslararası bir yarışmayla  o zamanki adıyla Hafif Türk Müziği’ne bir dinamizm kazandırmıştık. Kah kazandık, kah kaybettik. Ama o arenaya 34 yıl çıktık. Bülent Özveren’in o muhteşem sunumuyla, yarışma geceleri ekrana kilitlendik.
Bir yerde hata yaptık: Bu yarışmayı milli bir konu haline getirdik. Sandık ki, ülkelerin çoğu, bize Türk olduğumuz için oy vermedi. Oysa temeldeki yanlışımız; dünya standartlarında müzik üretmemiş olmamızdı. Yarışmanın Türkiye’de Türkler için yapıldığını sandık.
2003’de Sertap Erener’in İngilizce olarak seslendirdiği “Everyway That I Can” şarkısı bize birincilik getirse de genelde performans düşüklüğümüz hep vardı.
1980 yılında Ajda Pekkan, “Petrol” adlı şarkısıyla katıldı bu yarışmaya. İstanbul’da yapılan seçmelerde jüride ben de vardım. Biraz oryantalizm içeren şarkının kıvrak ritmleri, en çok bu tür müziğe eğilimi olan ülkelerden puan aldı ama o kadar. Eurovision Şarkı Yarışması’nın petrol krizine gönderme yapılacak bir şey olmadığını da anlamış olduk.

Eurovision’a, peş peşe gelen bu yenilgiler yüzünden 2012 yılından beri katılmıyoruz; hata yapıyoruz. Bu yarışmaları, milli çerçeve içine oturtmaktan vazgeçersek ve dünya ile entegre olmanın yanında müziğimize de yeni bir kimlik kazandırma fırsatı olarak değerlendirirsek; sonuçta iyi ederiz.
Eurovision’a küsmek, ayrıca bizim Batı’ya açılma politikamıza da ters düşmez mi?
Varsın kaybedelim; ama Batılılarla iç içe olalım. Bu, yeter de artar bile.

Gazete neden okunmuyor?

Nüfusumuz arttıkça, gazete satışları inadına azalıyor.
Diyeceksiniz ki; “İçerik”. Diyeceksiniz ki “Siyasal tutuculuk”. Gene diyeceksiniz ki “Pahalı.”
Hepsi birer sebep. Tamam ama en önemli sebeplerden biri de gazetenin pazarlanması.

Gazeteler, ortak bayiler tarafından dağıtılmadan önce “müvezzi” adı verilen kişiler tarafından satılırdı. Onlar, gazetenin teknik hazırlanmasının bir parçası olan ve “kalıbın kalıbı” adı verilen açık mavi renkli kalın bir kartona sardıkları gazeteleri, bir kayışla omuzlarında taşır, mahalle, mahalle, sokak sokak dolaşarak, o gazeteyi vatandaşın ayağına getirirlerdi. Çoğu kere manşeti haykırırlar, okuyucunun dikkatini çekerlerdi. Müvezziler, sattıkları gazeteleri de okuyarak bilgi sahibi olmuş, gizli entelektüellerden oluşurdu. Onlarla ayak üstü sohbetleri, minik mesajları yaşamak, tatmak, bambaşka bir şeydi.
Tek katlı evlerin yerini apartmanlar alınca onların da pabucu dama atıldı.
Ama o fiziki şartlar yaşanmasaydı bugün gazete satışları tavan yapardı.

Uzaktan sınav (!)

Üniversitelerde nedense uzaktan eğitim ısrarcılığı var.
Madem ortada pandemi diye bir şey yok, niye uzaktan eğitim olsun ki?
Neden online sınav yapılsın?
Uzaktan eğitim, özellikle uygulamalı dersler için çok zararlı. Öğrenciler, iyi eğitilmiyor, sıkıntı çekiyorlar. Online sınavda kimin yerine kimin girdiği kontrol edilmiyor. Eğitimde fırsat eşitliği ihlal ediliyor.
Bu dönem, yüksek öğrenimde kaybedilmiş bir dönemdir.
YÖK, yanlış yapmıştır ve bunun farkında olmadığını sanmaktadır.

Ziyaret, ‘Hizmet’ değildir

Bakıyorum; bazı bürokratlar, günlerini ziyaretlerle geçiriyor. Gittikleri yerler, keyifli yerler. Beraberinde mesai arkadaşlarını da götürüyorlar. Yeniyor, içiliyor, tatlı sohbetler yapılıyor ve zaman böylece geçip gidiyor.
Vatandaş memnun. Çünkü göremediği o kişiyi bu vesileyle görmüştür, elini sıkmıştır, halini hatırını sormuştur.
İşi tadında bırakanlara elbette sözüm yok. Tadında bırakanlar, aksine iyi yapıyor, devlet-vatandaş yakınlaşmasına hizmet ediyor. Ama ipin ucunu kaçıranlar var ki, onların günü bu ziyaretlerle geçiyor. Asıl işlerini başkalarına yükleyip günlerini gün ediyorlar.
Böyle ziyaret “Hizmet” değildir. Böyle ziyaret “Vakit geçirmek”tir.
Böyle ziyaret aksine hizmetten kaçmaktır.
Aynı şekilde “Bir çayını içmeye geleceğim”ci ziyaretçileri kabul etmek de hizmet anlayışından çok uzak bir basitçiliktir.

İbrahim Ormancı - Duvar Yazıları

Gram altın 1500 TL olmuş. Düğünlerde takı yerine ''Ezan susmaz, bayrak inmez. Lebbeyk'' diye bağıracağım!
***
Komşu kadın kocasına söyleniyordu ''Bir tek dileğim var. Eve yarım kilo kıyma al yeter'' diye!
***
Geç yatıp geç kalkanlar erken ölüyormuş. Neyse benim böyle bir problemim yok. Komşunun beslediği kazların sesleriyle erkenden kalkıyorum!
***
Kimi insanlar halka mal olur. Kimi insanlarda halka pahalıya mal olur!
***
Hayatımı yazsam roman olur ama dijital çağdayız. Bol bol resim çekiyorum. Hayatım foto-roman oluyor haliyle!
***
Kuyruklu yalanlar neyse de, siz buyruklu yalanlardan korkunuz!
***
Çanakkale içinde vurdular beni. Pompalı tüfekle, maganda işi!