Güneşin batışına iki saat var. Güzelbahçe’nin sırtlarında bronz evler denize doğru bakıyor. Hemen önlerindeki durakta iki ev işçisi kadın da günün yorgunluğunu manzaraya anlatıyor.
-Canan abla hayat güzel be… Denizin kokusu buraya kadar geliyor. Bir de çayımız olsaydı yorgunluk morgunluk kalmayacaktı.
-Di mi kız. Ayaklarımızı uzatmışız, borcumuz morcumuz yokmuş, dolap doluymuş, pembe sardunya almış bizim adam, masayı donatmış hoş geldin diyor, ağzı gülümsemekten yırtılacak, o kadar yani.
-Hay sen çok yaşa abla! Kurdun mu böyle kuracaksın hayali, biraz da biz insan olalım canım!
İki kadının konuşmaları otobüsün egzozuna karışıyor. Hayalleri ve umutlarıyla uzaklaşıyorlar manzaradan. Gölgeleri onlardan geriye kalanları topluyor ve güneşle birlikte ortadan kayboluyor.
Güzel bir girişle başlamak iyi geldi, onca eşitsizliğe, görünmez emeğe, kadına biçilmiş rollere inat, güzel hayaller kurabilmenin önemini hatırlatmak istedim.
Şimdi insana yakışan onurlu bir yaşam için, önce gerçekleri sonra da neler yapılması gerektiğini konuşalım.
Bugün ev işçilerinin hukuken ‘’gerçek’’ bir çalışan sayılmaması, önümüzdeki ilk engel olarak duruyor. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu ve 6098 sayılı Borçlar Kanunu ile kısmi hakları tanımlanmış olsa da, çalışanların genel haklarının tanımlandığı 4857 sayılı İş Kanunu’da kapsam dışı olmaları asıl meselemiz. Bu halleriyle kıdem tazminatı hakkına ve işe iade davası açma hakkı gibi birçok eksikle devam ediyorlar. Şükür ki kölelik kalktığından haftalık, yıllık ve bayram izni hakları var. İş kazası geçirdiklerinde 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nda da kapsam dışı olduklarını unutmamak gerekiyor. Meslek hastalığı tanımına hiç girmedim, zira 4857’ye tabi çalışanlarda bile bunu kabul ettirebilmek çok çok zor. TÜİK istatistiklerinde meslek hastalığı ve çalışan sayılarına bakmanız yeterli.
Bazı ülkeler bu konuda kendi politikalarını oluşturmuş olsalar da, küresel boyutta bir tarifi, 2011 yılında “Ev İşçileri için İnsana Yakışır İş Hakkında 189 sayılı Sözleşme ve 201 sayılı Tavsiye Kararı ile ILO(Uluslararası Çalışma Örgütü)yapmıştır. Bu sözleşme ile ILO, ev işçileri için insana yakışır çalışma standartlarının oluşturulması adına gerekli yasal alt yapının sağlanmasını ve uluslararası çalışma standartlarının geliştirilmesini hedeflemiştir.
Sözleşmede ev işçilerinin genel profillerine ve çalışma koşullarına vurgu yapılmış, ev işlerinin değersizleştirilmesi, bu alanda çalışanların yoğun olarak kadınlardan oluşması, ev işçilerinin önemli bir bölümünün göçmenlerden ve dezavantajlı ülkelerin vatandaşlarından meydana gelmesi üzerinde durulmuş; ev işçilerinin ciddi ayırımcı uygulamalarla karşılaştıkları ve farklı şekillerde insan hakları ihlallerine maruz kaldıkları ifade edilmiştir. (ILO,2011a; Kaya, 2017b)
189 sayılı sözleşmeyi 38 ülke imzalamış durumda. Maalesef Türkiye bu ülkeler arasında yer almıyor.
Yine bu konu Birleşmiş Milletler'in Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları'nda "İnsana Yakışır İş ve Ekonomik Büyüme" madde 8’de ve alt hedeflerinde işleniyor.
Uzman raporlarında haklar konusunda ilerleyebilmek için önce çalışan sayısını tespit etmek gerektiğinden bahsediliyor. TÜİK verilerine göre yaklaşık 221.000 çalışan olduğu açıklanıyor. Ve yine TÜİK’e göre yüzde 70’i, sendika verilerine göre yüzde 90’ı sosyal güvenceden yoksun gözüküyor. Yani güvencesizlik çok yüksek boyutlarda. Hukuki statüye sahip olamayan, mesleki kriterleri tanımlanamayan, haklar konusunda çok geride kalan ev işçilerinin görünürlüğü ve değeri bu yüzden geride kalıyor.
ILO Türkiye Ofisi’nin hazırladığı rapora göre; Türkiye’de ev işçilerinin karşı karşıya kaldıkları sosyo-ekonomik sorunlar aşağıdaki başlıklarda sıralanıyor:
-
Toplum tarafından ev işlerine atfedilen değer
-
Kayıt dışı çalışma ve sosyal güvenceden yoksunluk
-
Uzun çalışma süreleri
-
İş tanımının belirsizliği
-
Ücret standardı ve güvencesinin olmaması
-
İşçi sağlığı ve iş güvenliği
-
Kötü muamele, şiddet ve taciz
-
Çalışma ortamı ve yaşam koşullarının kötü olması
-
Mesleki eğitim ve mesleki yeterlilik
-
Teftiş ve denetim
-
İstihdam edilme yöntemi
-
Sendikal hak ve özgürlükler
Yukarıdakilere ek olarak, ev işçilerinin yüzde 90 gibi yüksek oranda kadınlardan oluşması, kadınlara ev işçilerinin genel sorunlarının yanı sıra kadın olmaktan dolayı yaşadığı eşitsizliklerin yükünü de ekliyor. Toplumun neredeyse her alanında karşımıza çıkan, görünürlüğü az olan işlerde çalışanların kadın olması, mücadele edilmesi gereken diğer başlık olarak önümüzde duruyor.
Ana konuya dönecek olursak, hukuksal varoluşlarının tanımlanması tüm bu sorunların çözülmesi için çok önemli. Ve bu konuda sivil toplumun da yapabileceği çok şey var. Haklar konusunda bilgilendirmek, alternatif sosyo ekonomik modeller önermek, örgütlenmelerine destek olmak, görünürlüklerinin arttırılmasına katkıda bulunmak gibi maddeler ilk akla gelenler.
Eşitsizliklerin her alanında sesimizi yükseltmeli, insana yakışır iş tanımının altını doldurmalıyız. Ben hakların kendiliğinden verildiğinde kıymetinin yeterince bilinmediğini düşünenlerdenim. O yüzden haklarımızı alana kadar mücadelemizi vermeli, adaletli bir dünya umudumuzu hep birlikte çoğaltmalıyız.
(Türkiye’de ev işçilerinin örgütlenmesi adına resmi olarak faaliyet gösteren Ev İşçileri Dayanışma Sendikası (EVİD-SEN) ve İMECE Ev İşçileri Sendikası (İMECE) olmak üzere iki bağımsız sendika bulunuyor. Hizmet-İş Sendikası, Genel-İş Sendikası, Belediye-İş Sendikası gibi örgütlerin de gündem başlıkları arasında yer alırken, Türkiye İşverenler Sendikası Konfederasyonu (TİSK) ise 189 sayılı sözleşmenin imzalanması konusunda acele edilmemesi yönünde görüş bildirmiştir.)
https://www.ilo.org/wcmsp5/groups/public/---europe/---ro-geneva/---ilo-ankara/documents/publication/wcms_803900.pdf