Narlıdere Metrosu, hayırlısı ile 7 Şubat’ta açılıyor. O gün deneme sürüşleri mi yoksa ulaşım hizmeti mi başlayacak, öğreneceğiz. 

Bu proje, İzmir trafiğini çok rahatlatacak bir proje. Ancak, metro hizmete başladığında; Güzelbahçe, Urla, Balıklıova gibi noktalara otobüs seferlerinin yine Fahrettin Altay Meydanı’ndan mı yapılacağı merak konusu. Aslında Narlıdere’de son istasyonun bulunduğu alanda bir terminal oluşturulmalı ve bu bölgelere bu terminalden otobüs seferleri düzenlenmeli. Yoksa bu güzelim proje hiçbir işe yaramayacak.

Tıpkı Buca’da olduğu gibi.

Buca Metrosu, 9 Eylül Üniversitesi’nin Tınaztepe kampüsünün göbeğine kadar gidecek, orada kurulacak bir istasyonla öğrencilerin ulaşım sorunu neredeyse sıfıra indirilecekti. Olmadı. Güvenlik endişesi dillendirildi. Oysa Ege Üniversitesi’ndeki model burada da uygulanabilirdi. Ege Üniversitesi’nde metro istasyonundan inenler, üniversite kampüsüne bir güvenlik noktasından giriyor.

Sonuçta yine de iyi işler yapılıyor. Trafiğin rahatlanması hedefleniyor.

Bir af günü

İstibdat, Abdülhamit döneminin diğer adıydı.
Bugünün bazı kesimlerince el üstünde tutulan Kızıl Sultan, kendisine muhalif olanları birer ikişer hapse attırmış, cezaevleri tıklım tıklım dolmuştu.
Çoğunun fikir suçlusu olduğu biliniyordu. Ama onları bile o yılların rejimi, adi suçlar muamelesiyle demir parmaklıklar arkasına koymuş, yıllarca eza çektirmişti.


İzmir Cezaevi, Konak’ta şimdiki SSK bloklarının hemen arkasındaydı. Sarı Kışla ile adeta komşu idi. Osmanlı’nın en büyük cezaevlerinden biriydi.
Koğuşlar, bugün olduğu gibi istiap haddini aşacak şekilde doluydu ve mahkumların iaşelerinde bile güçlükler yaşanıyordu.
1908’de İkinci Meşrutiyet ilan edildiğinde Abdülhamit, muhaliflerin baskısına dayanamayarak af ilan etti ve cezaevlerini boşalttı. Bu fotoğraf, o günlere aittir aftan yararlanıp cezaevinden çıkanların, arkasına bakmadan oradan uzaklaştıklarının belgesidir. Çünkü Sultan’ın kararından her an vazgeçmesi ihtimali, onların da belleklerine yerleşmiştir. 

Kafa yormaya değer

Örnekleri çok… Taa eskilere uzanıyor. Valilerin, kaymakamların siyasete atılmaları, Türkiye’de iyice kanıksanmış bir şey.

Elbette, valiler, kaymakamlar, bir belediye başkanı olarak kenti yönetmede birer ehil kişi. Ama işin bir de siyasi yanı var.

Vali, ya da kaymakam, bir siyasi partiden aday adayı olduğunu açıklıyor, görevinden geçici olarak istifa ediyor, aday olamayınca da dönüyor.

Burada gözden kaçmaması gereken şu: Artık o vali ve kaymakam siyasi bir elbise giymiştir ve devletten çok bağlı bulunduğu siyasi partiye hizmet edecektir.

Ne yazık ki politize olmuş böyle örnekler var ve onlar hep iktidarın örgütleriyle paslaşıyor. Onların etkinliklerine katılıyor, onlarla daha sık beraber oluyor, ama karşı tarafın etkinliğine katılmamak için bin dereden su getiriyor, görüşmekten, bir arada olmaktan çekiniyor.

Elbette onların siyasete atılma hakları var.

Evet, atılmaya karar verirler, görevlerinden istifa ederler, adaylığını koyarlar kazanırlarsa amenna. Ama kazanmazlarsa o göreve dönmemeleri gerekir. 

Gariban yurdum insanı zombiden korkmaz, kombi faturasından korktuğu kadar!

***

Anne terliği silah mı bilmem. Ama annenin attığı terliği şikayet eden zurnanın son deliğidir bence!

***

Kul olam klavyede coşan ellere. Katip arzuhalimi yaz sosyal medyaya böyle!

***

Hiç internetten aldığın yemek tarifiyle yemek yapılır mı kızım? Tarifin elinde oyuncak olursun böyle!

***

Danışan artık dağı aşamıyor. Neden? Herkes ayrı telden çaldığı için kafası çok karışıyor garibimin!