Geçen haftalarda sağ kolumu oynatamadım. Kolum yerinden kalkmıyor. Kocaman bir acı ve küçük bir ısırık. Bütün hafta acı dışında hiç bir şey hissetmedim. Örümcek falan ısırdı galiba deyip geçiştirdik olayı.
Hayatın, gerçekleri önüme serme gibi bir olayı vardır. Eninde sonunda işin iç yüzü lap diye çıkar karşıma. Geçtiğimiz hafta ziraat fakültesinde görev yapan Doktor Muazzez Cömert hocam ile tanıştım. Kendisi; Zootekni Bölümü’nde Uzman ve Ekolojik Tarım Organizasyonu (ETO) İzmir Şubesi Yönetim Kurulu üyesi, Ege Zootekni Derneği ve Hayvan Besleme Bilim Derneği üyesi.
Kahveye eşlik eden güzel sohbette hocamız öyle şeyler anlattı ki; mesela kuraklığın böceklerin zehir oranını artırdığını söyledi. Merakla; “Nasıl yani?” diye sordum. Meğerse böceklerin vücutlarındaki sıvı oranları azaldıkça sahip oldukları öz sıvıların yoğunluğu artıyormuş.
Allah Allah! Biz doğayı mahvederken kendimizi öldüreceğimizi biliyorduk da, bu kadarını da bilmiyorduk.
Mesela “Akasya dikin” dedi Muazzez hocam.
Doğa, dengeyi koyuyordu. O denge bozulunca da hırçınlaşıyor, öldürüyor…
Kızım İpek’e hep derim ki; “İpek, kendine yakışanı yap!” Hayatı boyunca nasihatim bu olmuştur.
Bu kuraklık ve zehir yoğunluğu baya bir kafama takıldı.
Ben mesela Yeliz gibi yaparım. Çok sever, çok güvenirim. İnsanların kötü olabileceğini kabul etmek istemem. Çok şans veririm, belki düzelirler diye. Her insanın içindeki güzelliği görmeye çalışırım. Yoğun yaşar, yoğun üzülürüm.
Yoğun yaşayan insanlar; hakkını vererek sever, sonuna kadar üzülür. Kızınca tam kızar, mutluluğu bile hakkını vererek yaşarlar. Varoluşsal sebebinin; iyilik, dürüstlük, doğruluk vs. olduğuna inanırlar. Kötülüğü kabul etmek istemez bünyeleri. Bazen kalıbına ağır gelir yaşadıkları.
An değerlidir onlar için. Ne yapıyorsan hakkını vererek yapmak gerekir. Acı çekmenin bile hakkını verirler mesela.
“Uçurumları seviyorsan, kanadın olmalı…” diyen Friedrich Nietzsche de sanırım aynı durumdaydı ki çok sevginin, cesaret ve tehlike barındırdığını bu sözü ile bize özetlemiş.
Bir şarkıyı onlarca defa dinleyebilirler.
Yoğun yaşayan insanlar; en yükseklerde de uçarlar, en diplere de düşerler. Yaratıcıdırlar… Küçücük şeylerle mutlu olabilen insanlardır. Yaptıkları işi, sevdikleri insanı, sorumluluklarını çok sahiplenirler. Zararı kendine insanlardır.
Ancak yoğunlaştıkça zehrini arttırdığını doğa bana göstermiş oldu. Severken de güvenirken de, inanırken de dengede olmak gerekiyormuş.
Onun içindir ki sevgili İpek, nasihat hakkımı değiştiriyorum. “Ne yaparsan yap sevgili kızım, dengede yap.” Zira artık ben öyle yapacağım. Çünkü doğa bana bunu söylüyor.
Verdiğim bunca örneklemden ve analizden sonra sevgili okuyucu siz neredesiniz?
Yoğun yaşayanlardan mısınız, denge de kalanlardan mı?