Yakın zamanda çok bilinen internet sitesinden eve küçük, şirin bir mutfak masası aldım. Montaj işinden anlamadığım için apartman çalışanımızdan montajını yapmasını rica ettim. O da sağ olsun kırmadı yaptı. Eve geldiğimde masanın ayaklarının çarpık durduğunu fark ettim. Gidip geldiğimde gözüme takılan masanın çarpık ayakları zihnimi meşgul etmeye başladı. Ayaklar takılıydı ama çarpıktı. Böyle olmaması gerekiyordu biliyordum. Mantık olarak doğru gelen, hissiyat olarak rahatsız ediyordu.
Dünyanın en eski savaşına sebep olan sadece dört ahşap ayaktan başkası değildi.
Evet, hislerim ve beynim bir noktada buluşamadılar. Bir çözüm bulmalıydım ki çözüm insanı, her derde deva olan biri yetişti imdadıma. Sorun çözülmüş, nihayetinde gözüme ve mantığıma oturmuştu yapılan iş.
Şimdi ben bunun niye neden yazdım?
Toplanın size bir şey anlatacağım:
Her ne kadar dünyanın en eski savaşının M.Ö. 18 bininci yılda buzul çağı sonrası yaşayabilmek için kalan bir kaç küçük yerleşim yerinden biri olan Nil nehri civarlarında olduğunu söylese de bilim insanları dünyanın en eski savaşı insanın kalbi ile beyni arasında olan savaştır. Bugün Sudan topraklarında yer alan Cebel Sahaba’da bulunan 61 insan iskeleti, bugüne kadar insanlar arasında yaşanan savaşlara dair en eski kanıt olarak görülüyor.
Ancak ne var ki; uğraşma, mücadele, kavga anlamındaki savaş kelimesi bilinenin aksine ilk olarak toplumlar, gruplar arasında değil insanın kalbi ile beyni arasında yaşanmıştır. En sert çarpışmaların yaşandığı, çok acılı ve sancılı bu savaşta kazanan ise kişiden kişiye değişir. İnsanlar genelde mantığını dinlemeyi seçtiler şimdiye kadar. Ne de olsa kalp duygusaldı ve yaptığı tek şey kan pompalamaktı. Doğru kararları vermek için sadece mantığımızı dinlediğimiz bu savaşların çoğunluğunda yıllarca kalbimize haksızlık ettiğimiz ortaya çıktı. Nasıl mı? Kalp sadece kan pompalamıyordu ve bunu bize söyleyen bilim adamları! Kalbin kendi “beyni” var. Bilim insanları, fare kalplerinde intrakardiyak sinir sistemi adı verilen bu küçük beynin ayrıntılı bir haritasını çizdiler. Philadelphia’daki Thomas Jefferson Üniversitesi’nce yapılan araştırmaya göre “kalbin büyük patronu beyindir, ancak kalpteki sinir hücrelerinin de söz hakkı vardır” sonucuna ulaşıldı.
Eee hani en doğru kararları mantığımız ile alıyorduk? Ne oldu şimdi?
"Tuhaf, değil mi? Sadece dışımızı görebiliyoruz. Ama her şey içimizde oluyor."
Kalbimiz ile ilgili doğru bildiğimiz yanlışlardan sonra şimdi size beynimiz ile ilgili doğru bildiğimiz yanlışlardan bahsedeceğim. Evet evet, yanlış duymadınız.
Kararlarınızı kendiniz alıyorsunuz değil mi? Siz öyle zannedin!
Sinirbilimciler, siz özgür iradenizle bir kararı almadan saniyeler önce, sadece beyin faaliyetlerinize bakarak kararınızı tahmin edebiliyorlar. 2007 yılında Berlin’deki Bernstein Nörobilim Merkezi'nde sinirbilimci olan Haynes, insanları bir ekranda rastgele harflerin art arda yanıp söndüğü bir beyin tarayıcısına yerleştirdi. Bu deney, John-Dylan Haynes'in hayata bakış açısını değiştirmesine sebep oldu. Karar verdiklerini hissettikleri anda sağ veya sol işaret parmaklarıyla bir düğmeye basmalarını ve karar verdikleri sırada ekranda görünen harfi hatırlamalarını söyledi. Gönüllülerin sağ veya sol ellerini kullanmaya karar verirken beyin aktivitesini eş zamanlı olarak ortaya koymak için fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme cihazını kullandı. Sonuçlar biraz şaşırtıcıydı. Haynes, şöyle anlatıyor: “Aklımıza gelen ilk düşünce 'Bunun gerçek olup olmadığını kontrol etmemiz gerek!' idi. Daha önceki hiçbir çalışmada görmediğim kadar yüksek bir doğruluk payı ile karşı karşıyaydım. Düğmeye basmak için bilinçli karar, fiili eylemden yaklaşık 1 saniye önce çoktan verilmiş oluyordu; ancak ekip, beyin aktivitesine bakarak alınacak kararı 7 saniye kadar önceden tahmin edebiliyordu.
Biz insanlar, kararlarımızın bizim bilinçli kontrolümüz altında, özgür irademiz doğrultusunda olduğunu düşünmeyi severiz. Filozoflar bu kavramı yüzyıllardır tartışmaktaydı; fakat şimdi Haynes ve diğer deneysel sinirbilimciler, bu kavrama meydan okuyorlardı. Bir kararın farkındalığının, kişinin eylemleri üzerinde hiçbir etkisi olmayan, yalnızca biyokimyasal bir süreç olabileceğini savunuyorlar. Bu mantığa göre de özgür iradenin bir yanılsama olduğunu söylüyorlar. University College London'da sinirbilimci olan Patrick Haggard bunu şöyle özetiyor: “Seçtiğimizi hissediyoruz ama seçmiyoruz. Örneğin bu sabah çay mı kahve mi içeceğinize karar verdiğinizi düşünmüş olabilirsiniz, ancak belki de bu, siz farkına varmadan çok önce verilmiş bir karardır?”
Aslında karar vermeyi düşündüğümüz ve bize ait olduğunu zannettiğimiz kararlar bizim içimizde, biz farkında olmadan olup bitiyor. Kalp beyni, beyin sinir hücreleri ile bize yön veriyor. Bize kalan ise sadece ve sadece kalp ve beynimizin aldığı kararları kabullenmek. Neden mi? Verdiğimiz kararlar daha önce deneyimlediğimiz olayların yansıması veya sonucu diyebiliriz. Velhasıl Hz.Ali (r.a)ın bir sözü var: "İnandığın gibi yaşamazsan yaşadığın gibi inanmaya başlarsın.” İşin içinde bütünlüğün parçası olan ruh da var. Canlıların ruh halini etkileyen evrendeki zamanın akışı da var. İnsan aklı almayacak kadar muazzam bir kaosun parçasıdır. Onun içindir ki masanın ayakları çarpıksa zaten sahip olduğunuz beyniniz, kalbiniz ve geçmiş deneyimleriniz sizi rahatsız eden çarpıklığı düzeltecektir. Vereceğiniz kararlar, bugüne kadar vermiş olduğunuz kararların ortalaması olacaktır. Size kalan ise o anın gelmesini beklemek.