Yeşilçam’ın tarihi koridorlarında yaşananlar yıllar sonra bile konuşulmaya devam ediyor. Kişiler gelip geçiyor ancak hikayeler baki kalıyor ve üzerine birçok mecrada tartışmalar sürüyor. Gündeme yıldırım gibi düşen “Yılmaz Güney” davasından bahsediyorum. Bilindiği üzere oyuncu Farah Zeynep Abdullah’ın Yılmaz Güney ile ilgili “Sinemamızın en iyi yürüyen erkeği, kadın döven, şiddet türleri açısından zengin ve etkili silah kullanan diyelim” yorumuna Güney’in ailesi dava açmıştı. Üzerine birçok isim günlerdir konuşuyor, kimileri Abdullah’a hak verirken, kimileri ise Güney’in sinema ve oyunculuk yaşamıyla ilgili övgüler yayınlıyor. Siyasi bir tartışma ortamına dönüşen konunun içeriğine bakacak olursak, Güney’in yazarlık ve sinematografi bilgisine övgülerin gelmesi elbette kaçınılmaz ancak, siyasi görüşünün hayatına yansımasına bakacak olursak pek övgüye değer noktalara değinemeyebiliriz. Tüm bunların yanı sıra kadına karşı şiddet eğilimi konusuna açıklık getirmekte fayda var. Bu konuyu tabii ki o dönemi kendisiyle birlikte yaşamış ve Güney’in eylemlerine tanık olmuş kişilerden dinlemek en doğrusu olacaktır.
Yılmaz Güney ve Nebahat Çehre’nin aşkını bilmeyen yoktur. Çehre, Güney ile ilgili pek fazla olumsuz yorum yapmamış olmasına karşın, Yılmaz Güney’in 1966 yapımı “Eşrefpaşalı” filminin çekimlerinde eski eşi Nebahat Çehre’nin kafasına bardak koyarak, 20 metre uzaklıktan ateş ettiği, Güney’in yakın çevresinden edinilen bir bilgiydi. Film yapımcısı Abdurrahman Keskiner olayı şöyle aktarmıştı:
“Sinema tarihçileri bunun bir efsaneden ibaret olduğunu söyler. Ama doğru. Yılmaz o gün benden üç silahından birini, içinde gerçek kurşun olanı istedi. Nebahat bu sırada ağlıyor, titriyor ve sevdiği adama yalvarıyordu. Yılmaz umursamadı. Bardağı Nebahat’ın kafasına koydu. Sonra 20 metre uzaklaştı. Zavallı kız kurbanlık koyun gibiydi. Yılmaz tetiğe bastı, bardak tuzla buz oldu.”
Keskiner aynı şekilde Güney’in Çehre’ye arabayla çarptığı iddiasına da açıklık getirmişti:
“Bir gün gece kulübünde kavga ettiler. Nebahat kulübü sinirle terk etti. Yılmaz’ın ‘Dur’ demesine aldırmadı. Nebahat, Elmadağ’da kaldıkları otele doğru koşarken, Yılmaz otomobiline bindi. Sinirle direksiyona geçti, sonra da sevdiği kadını arabayla ezdi. Nebahat havada uçtu, önce arabaya çarptı sonra da kaldırıma... Dört gün hastanede yattı. Herkesten gizledik bunu. Olaydan sonra ilişkileri bitti. Ama aşkları asla bitmedi.”
Nebahat Çehre, verdiği röportajda, Yılmaz Güney ile ilgili olumsuz şeyler söylemekten kaçınıyordu. Çehre, Güney’le olan evliliğinde yaşadığı mutlu anlara değinerek, Güney’in kariyerinin kendisine çok yardımcı olduğunu vurguluyor, “Yılmaz'ı ben ayarladım. Çok yakışıklık bir adamdı. Sinemadaki karakteriyle alakası yok. Disiplin, oyunculuk ve hayata bakış açısından bana çok katkısı oldu” diyordu. Olay gecesiyle ilgili verdiği diğer bir röportajda ise, “Yılmaz’ın bana otomobiliyle çarpması, o dönem Hürriyet gazetesine manşet olmuştu. O yıllar iyi kötü yaşandı ve geçmişte kaldı” diyerek herhangi bir yorum yapmaktan kaçınıyordu.
Bu olayların akabinde Güney, 1974'te Endişe adlı filmi çekerken Adana'nın Yumurtalık ilçesindeki bir gazinoda Hakim Sefa Mutlu'yu başından silahla vurarak öldürmüş, yaşanan olay sonrası 19 yıl hapis cezasına çarptırılmıştı. Yedi yıl cezaevinde kalan Yılmaz Güney, 9 Ekim 1981 günü Isparta Yarı Açık Cezaevi'nden izinli olarak çıktı ve kısa bir süre sonra Fransa'ya kaçtı. Hayatının sonuna kadar Fransa’da yaşayan Güney, “Kürdistan” konusuna karşı söylemleriyle de birçok kez gündeme gelmişti.
Tüm bunların ışığında Yılmaz Güney’e söylenen sözlerin ve açılan davaların haklılık payı hakkında konuşmak bilirkişilerin işidir, ancak vicdan sahibi bir insan olarak Güney’i, sadece sinemacılık kariyeriyle göklere çıkararak, tanıkların söylediği ifadeleri göz ardı etmek ve hem kadına karşı hem de ülkemize karşı yaptığı eylem ve söylemleri yok saymak ne kadar doğru olur, o da artık herkesin kendi vicdani kararıdır.