Türkiye’de televizyon dizileri hakkında özellikle son dönemde çok fazla eleştiri var. Bu eleştirilerin en büyük nedeni senaryo ise diğer büyük nedeni ise oyunculuklar. Çoğu dizi, benzer senaryolarla, kast ajanslarından seçilen güzel ve yakışıklı oyuncularla, izleyeni aptal yerine koyarak reyting yakalama yarışına giriyor. Ve maalesef ki bizim vatandaşımız da bu dizilerin hepsini reytinglerde üst sıralara kendi elleriyle yerleştiriyor. Hal öyle olunca, yapımcılar ve senaristler, benzer yapımları bazen oyuncu kadrosunu değiştirmeye tenezzül dahi etmeden, yeniden izleyicinin önüne servis ederek dünyanın parasını kazanıyorlar. Son dönemde bu dizilere karşı eleştiriler artsa da ve hatta yeni neslin televizyon dizisi izleme alışkanlığı körelse de, yaşça büyük kesimin hala bu dizileri bayılarak izlediğini görüyoruz. Dolayısıyla iş ne kadar kötü bile olsa, bir süre ekranlarda tutunmayı başarıyor. İşte bugün, bu kötü yapımlardan birinden bahsetmek istiyorum. Aslında bu filmden daha önce bahsetmiştim. Oyuncu kadrosunun gayet güçlü olduğunu ve yapılacak işin cesaret gerektiğinden söz etmiştim. Ancak film öyle kötü işlenmiş, senaryo ve oyunculuklar öyle kötü hazırlanmış ki, filmin eleştirisini yapmadan geçemezdim. 

Evet, Türk edebiyatının önemli yazarlarından Halit Ziya Uşaklıgil’in ölümsüz eseri ve Türk televizyon tarihindeki entrika içerikli dizilerin babası olan “Aşk-ı Memnu”nun film uyarlaması “Bihter”den söz ediyorum. Filmdeki en büyük eleştirim 4’üncü duvarın yıkılması. Nedir 4’üncü duvar? Karakterin oyun esnasında seyirciye dönerek durumu veya duyguları açıklamasıdır. Seyirci ile iletişime geçerek arada var olduğu sayılan görünmez duvarın yıkılmasıdır. Genellikle tiyatroda kullanılan bu yöntem bazı dizi ve filmlerde de kullanılmıştır ancak gerçekten zor bir uygulamadır. Buna en güzel örnek dizi Phoebe Waller- Bridge’in yazıp başrolünü oynadığı “Fleabag” dir. Ancak Bihter’de denenmeye çalışılan bu uygulama o kadar kötü olmuş ki, belki de filmin bu kadar beğenilmemesinin en büyük nedenlerinden biri bu. 

Senaryo. Bir senaryo nasıl bu kadar kötü yazılır, okullarda ders niteliğinde okutulabilir, örnek olarak da bu film gösterilebilir. 79 bölümlük “Aşk-ı Memnu” dizisini ve 448 sayfalık koskoca romanı nasıl 2 saate sığdırabiliriz diye düşünmüşler, sanki bir hap gibi tüketmemiz için önümüze sunmuşlar ve ortaya Bihter’in sürekli izleyiciyle konuştuğu, sürekli olayları anlattığı bir film çıkmış. Filmin en kötü yanlarından biri de, cesaret gösterdiklerini zannederek, filmin sonunda koskoca romanın, sanki hikayede tek sorun Bihter’in kendisini Behlül’ün aşkı yüzünden öldürmesiymiş gibi değiştirmişler. Kadını güçlü göstereceğim diye, feminizm yaptıklarını sandıkları bir senaryoyla, koskoca eseri bir hiç gibi görerek, sonu farklı yazmışlar. İnanılmaz saçma bir hareket. Teşekkürler senaristler(!)

Oyunculuklara geçmeden kostüm, tasarım ve makyaj kısmını överek bu negatifliği kısa bir pozitiflikle bölmek istiyorum. Gerçekten tasarım ekibi mükemmel iş çıkarmış. Kostümlerin döneme uyuşlarına, yalının içerisindeki tasarıma, yapılan dönem saçları ve makyajlarına gerçekten çok emek harcanmış olduğu belli oluyor. Ancak tüm bunlar, filmi kurtarmaya maalesef ki yetmiyor. Oyuncu kadrosunu önceki yazımda çok fazla övmüştüm ve beklentimin yüksek olduğundan bahsetmiştim. Ancak üzülerek söylüyorum ki en beğenmediğim oyunculuklar Farah Zeynep Abdullah ve Boran Kuzum’un oldu. Başrol iki karakter beni gerçekten hayal kırıklığına uğrattı. Abdullah’ın diksiyonundaki aksaklıklar, oyunculuğundaki aşırılık, inanılmaz kötüydü. Çoğu zaman ne dediği anlaşılmıyordu. Boran Kuzum’un ise çapkın gibi davranmaya çalışma halleri gerçekten komikti. Dolayısıyla film katlanılması zor bir 2 saat geçirmeme neden oldu. İtiraf ediyorum ki bazı yerlerde inanılmaz sıkılarak atlayarak izledim. 

Filmi izleyin ya da izlemeyin diyemem ama eğer merak ediyorsanız, kitap ve diziyle ilgili görüşlerinizi bir yana bırakıp, hikayeyi ilk defa izliyormuşsunuz gibi düşünerek izleyin. Belki o zaman sizler benden daha fazla keyif alırsınız.