Bu durumu Yüce Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk Gençliğe Hitabesi’nde, “Cebren ve hile ile aziz vatanın kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmişti. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahimi, halk fakru zaruret içinde harap ve bitap düşmüştü” diyerek, resmediyordu.
1927’de okuduğu Nutuk’ta “1919 yılının 19’uncu günü Samsun’a çıktım”, genel durum ve görünüşten söz ederken de “Osmanlı İmparatorluğu’nun içinde bulunduğu topluluk Birinci Dünya Savaşı’nda yenilmiş, Osmanlı ordusu her yanda zedelenmiş, koşulları ağır bir ateşkes antlaşması imzalanmış. Büyük savaşın uzun yılları boyunca millet yorgun ve yoksul bir durumda. Milleti ve ülkeyi büyük savaşa sürükleyenler kendi hayatlarının kaygısına düşerek yurttan kaçmışlar. Padişah ve halife olan Vahdettin soysuzlaşmış. Damat Ferit Paşa’nın başkanlığındaki hükümet güçsüz, onursuz, korkak, yalnız padişahın isteklerine uymuş, onunla birlikte kendilerini koruyabilecek herhangi bir duruma boyun eğmiş.
Ordunun elinden silahları ve cephanesi alınmış ve alınmakta. Birliklerin savaşçı erleri terhis edilmiş. İtilaf Devletleri ateşkes antlaşması hükümlerine uymayı gerekli görmüyorlar. Birer uydurma nedenle itilaf donanmaları ve askerleri İstanbul’da. Adana ili Fransızlar, Urfa, Maraş, Antep İngilizlerce işgal edilmiş durumda. Antalya ve Konya’da İtalyan birlikleri, Merzifon ve Samsun’da İngiliz askerleri bulunuyor. Her yanda yabancı devletlerin subay ve görevlileri ve özel görevlileri çalışmakta. 15 Mayıs 1919’da İtilaf Devletleri’nin uygun bulmasıyla Yunan ordusu İzmir’e çıkarılıyor, İzmir işgal ediliyor.
Bütün bunlardan başka yurdun dört bir bucağında Hıristiyan azınlıklar gizli, açık özel istek ve amaçlarının elde edilmesine, devletin bir an önce çökmesine çaba harcıyorlar” diyerek 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ayak bastığında memleketin genel görünüşü ve durumunu izah eden, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın kazanılarak yedi düvelin, dönemin emperyalistlerinin, en kanlı, en vahşi işgali Anadolu’da gerçekleştiren işgalcilerin ülkeden kovulmasından sonra Hindistan’ın ve Hindistan bağımsızlık hareketinin ruhani lideri Mahatma Gandi’ye ‘Mustafa Kemal İngilizleri yenene kadar biz İngilizleri Tanrı zannederdik’ dedirten, 13 Kasım 1918’de emperyalistlerin Osmanlı’nın başkenti İstanbul’u işgalinde bile, boğazda demirleyen 61 parça düşman zırhlısına, savaş gemisine bakarak yanındaki yaveri Cevat Abbas’a ‘Çocuk, merak etme, geldikleri gibi gideceklerdir’ diyen, Kurtuluş Savaşı’nın en çetin, en zor ve tehlikeli günlerinde, Türk Kurtuluş Savaşı’nda Türk Ulusu’nun büyük moral kaynağı olan büyük şair Mithat Cemal Kuntay’ın “Ölmez bu vatan, farzı muhal ölse de hatta, çekmez kürenin sırtı o tabutu cesimi (Ölmez bu vatan, var sayalım ölse bile/Çekmez dünyanın bedeni bu kocaman tabutu) dizeleriyle Meclis’te okuduğu Nutuk’u bitiren, ‘Tarihin kıskandığı lider’ Yüce Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları;
‘Vatandan, milletten başka sevgiyi bilmeyen, vatandan milletten başka sevgilisi olmayan’ o muazzam kuşak, dede-baba-torun aynı cephede, sırt sırta, omuz omuza düşmana karşı vuruşanlar, 15’inde, 16’sında, 18’inde, 20’sinde düğüne gider gibi cepheye giden, bu topraklar için kefensiz toprağa düşen on binlerce yiğit, bugün üzerine vatan diyerek özgürce, başımız dik, göğsümüzü kabartarak, gururla ayak basabilmemiz için, bu toprakları bize miras bırakabilmek adına kanlarını bu uğurda feda eden gazilerimiz, cepheye mermi taşırken, mühimmat ıslanmasın diye bebesinin üstünde örtülü battaniyeyi alıp mühimmatın üstünü örten, Kurtuluş Savaşı’na fiilen katılan, bu uğurda canını veren, kanını feda eden kadın kahramanlarımız, milli mücadeleye fiilen katılan efelerimiz, sizlere sözümüzdür ki bizler, sizlerin torunlarınız olarak 105 yıl önce bedelini canlarınızla kanlarınızla peşin ödeyerek bizlere vatan yaptığınız bu ülkenin topraklarını, emperyalist çizmelerinin bir daha kirletmesine asla izin vermeyeceğiz.