Türkiye siyaseti ve ekonomisi, sadece Türkiye’nin siyaset ve ekonomisi değildir. Atlantik’in iki yakası bu değişim ve gelişmelerden etkilenmektedir. Sonra Avrupa, Kafkaslar, Rusya hatta küçücük Ermenistan, başta kuzey olmak üzere komple bir Afrika, Ortadoğu ve Asya… Çin dahil bölgedeki Türk cumhuriyetleri bu gelişmelerin dışında değildir. Böyle bir coğrafi dalgalanmanın parçası olan bir ülkenin siyaseti de ekonomisi de güvenlik politikalarındaki yaptığı atılımlar da hep dikkate değer bulunacaktır.
Dündar Taşer’in dediği gibi “Obamızı sırtlanların, çakalların geçiş yolu üzerine kurmuşuz.” Haliyle bela, buraların doğasında var. Ancak iç içe geçmiş ilişkiler ağı içerisinde bugün her şeyin bir dengesi bulunmaktadır. Her yeni değişim bu dengeye etki edebilme gücüne sahiptir. Ancak ana mesele güvenliğin sağlanması ve istikrarın korunması üzerinedir.
Vatandaşın kısa vadede en çok istediği şey dönüp dolaşıp alım gücünde takılıp kalmaktadır. Bunun düzeleceğine dair sinyaller ve gelişmeler yeni dönemin habercileri olacaktır. Ancak başta da belirtildiği gibi pek çok değişken iyileşmeye etki etmektedir. Bunlar:
- Küresel ekonomik koşullar,
- Siyasi istikrar,
- Yapısal reformlar,
- Yatırım ortamı,
- Finansal piyasalar,
- Enflasyon ve
- Faiz oranları gibi unsurlar sayılabilir.
Faiz tartışmalarında, enflasyonu arttırdığı öne sürülmüş. Bunu onaylayanlar olduğu gibi reddedenler de vardır. Her iki duruma da uyan pek çok referans kaynak bulunabilir. Dolayısıyla faiz arttırılması konusu ya da gerekip gerekmediği, tartışmalı bir konudur. Faiz arttırmanın enflasyonu düşürmeye ve döviz kurunu istikrara kavuşturmaya yardımcı olabileceğini söyleyenlere karşı; faiz arttırmanın da ekonomik büyümeyi yavaşlatmaya ve fon maliyetleri ve yatırım maliyetlerini arttırmaya neden olabileceği de ileri sürülür. Bu konuda belki en doğrusu esnekliktir. Faiz politikasının ekonomik koşullara göre esnek ve dengeli olması gerektiğidir.
Şunu da ifade etmek gerekir ki yabancı sermayeye ihtiyaç duyan bir ülke olarak, şartları bizim değil fon sahiplerinin belirlediği gerçeğini unutmamak gerekir. Ancak yine de Türkiye ekonomisinin potansiyeli olduğu ve bu potansiyeli hayata geçirmek için çalışılması gerektiği gerçeği hep ortadadır.
Türkiye ekonomisinin enflasyonu yenebilmesi, uygulanan ekonomi politikalarına ve küresel ekonomik koşullara bağlıdır. Bu konuda farklı görüşler ve tahminler bulunmaktadır. Konunun kurumsal yapısının en önemli aktörü şüphesiz Merkez Bankası’dır. Merkez Bankası’nın bağımsızlığını ve güvenilirliğini sağlamak, para politikasını enflasyon hedeflemesi çerçevesinde uygulamak, faiz oranlarını enflasyon beklentileri ve riskleri ile uyumlu olarak belirlemek, rezervleri artırmak ve döviz kuru oynaklığını azaltmak bilinen ilk önlemlerdir.
Bir de olayın bütçe tarafı var ki, maliye politikasını disiplinli ve şeffaf bir şekilde yürütmek, bütçe açığını ve kamu borcunu sürdürülebilir seviyelerde tutmak, vergi gelirlerini toplayabilmek, vergi adaletini sağlamak, kamu harcamalarını verimli ve etkin bir şekilde yapmak, sosyal yardım ve destekleri ihtiyaç sahiplerine ulaştırmak da olayının bir başka cephesini oluşturmaktadır.
Yapısal reformlar derken, ekonomide dönüşümü hızlandırmak, rekabeti artırmak ve piyasa ekonomisine uygun düzenlemeler yapmak, yatırım ortamını iyileştirmek ve yabancı sermayeyi çekebilmek, ihracatı ve katma değeri yüksek üretimi desteklemek, işgücü piyasasını esnek ve dinamik hale getirmek, eğitim, sağlık, ulaşım, enerji, tarım gibi stratejik sektörlerde yapılacak reformlar. Sürecin hızlanmasına ve iyileşmesine katkı sağlayacaktır.
Bu bilgiler ışığında, Türkiye ekonomisinde Mehmet Şimşek etkisi olumlu olabilir. Ancak bu konuda kesin bir yargıya varmak için uygulamaları beklemek gerekir…