Amerika, Avrupa'dan farklı olarak büyük düşüncelerin gerilemesi ve tarihsel tutkuların azalması konusunda daha az suçluluk hissetmektedir. En nihayetinde bu faktörler Amerika'nın gelişimi için yıkıcı bir güç oluşturuyor. Amerika'nın suçluluk duygusu kendi gücünü kabul etmeyen ideolojilerin ortadan kalkmasından ve kendisine karşı olan her şeyin zayıflamasından kaynaklanıyor. Amerika gücüne güç katarken, Amerika'ya karşı olan düşünceler ve tutkular hala güçlüydü.

Avrupa'da tarihi şehirler, kültürel zenginlik ve gezginlik gibi kavramlar önem arz eder. Avrupalılar için Roma, Paris, Prag gibi tarihi şehirlerde kaybolmak, antik yapıları ve eski sokakları keşfetmek veya çeşitli ülkelerinde farklı kültürler, sanat eserleri, müzeler ve tiyatrolara gitmek birçok kişinin hayalidir.  Bunun aksine Amerika rüyası ise başarıya, refaha ve kişisel özgürlüğe dayalı bir kavramdır. Birçok kişi, kendi işini kurmak, büyük başarılara ulaşmak ve yüksek yaşam standardına sahip olmak gibi Amerikan Rüyası'nı gerçekleştirmeyi hayal eder.

Bunlar da her şeyde olduğu gibi beraberinde eşitsizlikleri ve adaletsizlikleri getirir. Kaynakların tükenmesi, enerji tüketimi, çevresel etkiler ve küresel iklim değişikliği gibi sorunlar, Amerikan Rüyası'nın sonsuz bir büyüme ve tüketim hedefiyle çeliştiği argümanını desteklerken, bir yandan da fırsatların herkese eşit olarak sunmadığı, gelir eşitsizliği ve sosyal adaletsiz bir ortam yaratır. Amerikan Rüyası, insanların ruhsal ve sosyal ihtiyaçlarını ihmal ederek statülerini tüketimleriyle belirlemelerine sebep olur.

Jean Baudrillard, altı bölümde ele aldığı Amerikan Rüyası'nı ABD'nin gerçeklik algısının nasıl değiştiğini ve gerçeklik ile simülasyon arasındaki sınırların nasıl bulanıklaştığını incelerken, tüketim kültürünü analiz ediyor. Medya ve reklam dünyasına da değinen Fransız düşünür, Amerikan toplumunun sürekli bir yenilik ve değişim arayışı içinde olduğunu ve bu arayışın paradoksal sonuçlar doğurduğunu belirtiyor. Amerika'nın siyasi, ekonomik ve kültürel gücüne vurgu yaparken, aynı zamanda Amerikan hegemonyasının zayıfladığını da açıklıyor. Son bölümde Baudrillard, Amerikan çölünün sembolik anlamını ve çölün Amerikan kültüründeki yerini tartışıyor. Baudrillard'ın temel fikirlerden biri, gerçeklik yerine taklitlerin ve simülasyonların hâkim olduğu bir dünya oluştuğudur. Amerikan toplumunun gerçeklik ile simülasyon arasındaki çizgiyi kaybettiğini ve hatta bu kavramların Amerika'da bulunmadığını savunur. Amerika'nın gerçekliği taklit etmek için yaratılan bir simülasyon olduğunu söyler. Son olarak da Amerikan gerçekliğini sadece Avrupalıların görebileceğini ima eder.

Bence Amerikan Rüyası bir ütopyadır bu ütopyanın içinde kaybolmamak lazım. Amerika’nın gücünü kaybettiğine değinmiş yazar ama ben öyle düşünmüyorum. Bizler için geçen her dakika onlar için kazanç demektir. Bugün elinde Amerikalıların zihninden çıkmış telefonlar, uygulamalar varsa en nihayetinde günün sonunda o dolar kuruna bakıyorsan Amerika’nın gücünü tartışmamıza gerek yoktur. Benim açımdan bir sorun veya rahatsızlık yaratmamaktadır. Ben her zaman yeniliklerden yana biriyim kapitalist bir sistemde yaşıyorsak ve bunu değiştirecek gücümüz yoksa düzenin içinde yer almaya bir şekilde söz sahibi olmaya çalışabiliriz. Amerikan Rüyası herkesin hayalidir ve Avrupa'nın Amerika'yı sürgün diyarı olarak görmesi, gücünün dünyayı etkilemesiyle ironiktir.

Sonuç olarak, Amerikan Rüyası her ne kadar karmaşık olsa da onunla ilgili hayallerimiz bizi bir şekilde şekillendirecek ve bir sonraki noktaya ulaşmamıza vesile olacaktır.