Jean Baudrillard, Tüketim Toplumu kitabında statülerin, alışveriş çılgınlığının ve tüketim alışkanlıklarının insanların ihtiyaçlarını karşılamaktan ziyade, insanları belirli dürtüleri uyararak gereksiz alışverişler ve harcamalar yapmaya bunları yaparken kendilerini statü olarak üst sınıflarda görmelerini veya hissetmelerini eleştirel bir bakış açısıyla yazılmıştır. Tüketim sadece mal ve hizmet satmaktan çok daha fazlası olduğunu, bir mal veya hizmeti almanın aslında statüyü, sembolleri ve imajları da pazarlamak olduğunu söyler. Tüketicilerin belli markaları satın alarak sosyal statülerini ve sınıflarını da satın aldıklarını anlatmaya çalışır. Tüketim bireyin toplum içinde kendi yerini belirleyebilmesi ve kendini kabul ettirebilmesi için sosyal olarak da tatmin sağlamaya çalıştığı bir alana dönüşmüş durumdadır. 
Baudrillard’a göre gerçeklik algısı, sahtelikle birbirine karışmış ve yok olmuştur. Simülasyonlar aracılığıyla gerçekliğin yok edildiğini savunur ve bunu eleştirir. Günümüz modern toplumlarında simülasyonla inşa edilen bu sahte gerçeklik algısı, asıl gerçekliğin önüne geçerek daha önemli bir hale gelmiştir. Simülasyonlar gerçekliği taklit ederken, gerçeklik algımızı çarpıtır ve gerçekliğin kendisini kaybetmesine neden olur. 
Örneğin, yemek, yemek için gittiğiniz bir hamburger restoranında dev resimlerde görünen sulu, kocaman, taptaze sebzelerle donatılmış, parıl, parıl parlayan hamburgerler gerçek mi? Sipariş ettiğiniz hangi hamburger resimdeki kadar gerçekçi oldu? Bu noktada tüketiciye ürünü pazarlamak için birtakım sahteliklerle gerçeklik algısı bu şekilde bozulmuş olur. Reklamlar aracılığıyla sunulan görüntüler, gerçekliği abartır ve idealize eder. Böylece, tüketicilerin beklentilerini yükseltir ve gerçeklikle sunulan imaj arasında bir kopukluk oluşturur. Tüketici, gerçeklikten ziyade reklamın yaratığı simülasyonu takip etmeye yönlendirilir.
Bugün tüm dünyada akıl sınırlarını zorlayacak derecede bir tüketim çılgınlığı var. İnsanlar artık kendilerini geliştirmek ve birbirleriyle etkileşime geçmekten ziyade etraftaki nesneler aracılığıyla sürekli olarak bir şekilde tüketime itilmektedirler. 
Bunları yaparken en çok kullanılan silahlardan birisi ise birikme ve çokluktur. İnsanların gözlerini dolduracak vitrinler, dolup taşan raflar, bunların hepsi insanlığın özünde en korktuğu aç kalma ve yaşama içgüdüsünü de destekleyerek bir tüketim algısı oluşturur. Baudrillard kitapta bunu “kıtlığın büyülü ve kesin yadsınması” şeklinde çok güzel bir şekilde açıklar. 
Alışveriş merkezleri artık insanların ortak buluşma noktası haline gelmiştir. İnsanlar vakit geçirmek etkinlik yapmak için en basitinden flörtleşme için bile buraları tercih etmektedirler. Buralar her şeyden önce birer etkinlik merkezine dönüşmüş durumdadırlar. Kültür, alışveriş merkezinde kültürleştirilir. Bu ifade, tüketim kültürünün giderek daha fazla kültürel unsuru içermesi ve alışveriş merkezlerinin kültürel deneyimlerin bir merkezi haline gelmesi anlamına gelir.
Tüketim öyle bir konuma gelmiştir ki artık günlük hayatlarımızın işleyişinde rol oynar. Bolluk ve refah en nihayetinde insanın hayatta kalma içgüdüsünü tatmin eden en büyük mutluluk aracıdır. Bununla birlikte kitle iletişiminin bize kazandırdığı şey gerçeklikten ziyade, gerçekliğin baş döndürücülüğüdür.
Tüketim her zaman bireysel bağlamda tehlike arz etmez bilhassa kamusal harcamalarda da buna rastlamak mümkündür. Kaynak dağılımının eşitsizliğini azaltmayı amaçlayan harcamalarda da artışlar yaşanmaktadır. 
Tüketim çılgınlığı beraberinde savurganlığı ve israfı da ortaya çıkarır. Bütün insanlar zorunlu harcamaların dışına çıkarak harcamalar yapmıştır. Tüketim ancak yok etme ile birlikte çalışırsa var olabilir. Büyüme beraberinde yoksulluğu da getirir. Yoksulluğa çare ararken bile öngörülen geleceğimizde de yoksulluklarla karşı karşıya kalacağımızdır.