Jean Baudrillard, Amerika kitabında bir yolculuğa çıkar. Bu yolculuk boyunca Amerika ve Avrupa’yı eleştirmekten geri durmayan Baudrillard, Avrupa ile Amerika arasındaki kıyaslamayı tüm gerçekliğiyle gözler önüne serer. Bu iki kıtayı karşılaştıran yazarımız Amerika'nın çeşitli şehirleri gezerek tüketim kültürüne odaklanmıştır. Amerikan rüyası olan yaşam tarzını ve tüketim alışkanlıklarını sosyolojik ve psikolojik olarak inceler. Reklamlarla dolu sokaklar ve büyük alışveriş merkezlerinin hepsinin birer kek gibi tüketiciye sunulduğunu Amerikan toplumunun yalan bir dünyada yaşadığını açıklar.
Baudrillard'ın "Amerika gezisi" deneyimi Amerika'yı eleştirel bir gözle incelemesine ve bu eleştirileri cesurca kaleme almasına sebep olmuştur. Avrupa ile inanılmaz bir kıyas yapan Baudrillard, Avrupa'da düşünülen şeylerin Amerika'da gerçekleştiğini şiddetle vurgular. Avrupa'da yok olan veya yozlaşan her şeyin, Amerika'da özgür bir şekilde yapılabilmesini bir noktada, tarihsel süreçte sürgün kenti olarak betimlenen Amerika'ya olan sürgün bakış açısından kaynaklandığını belirtir.
Amerika'daki tüketim çılgınlığının insanların kimliklerini ve benlik değerlerini nasıl derinden sarstığına dikkat çekerken, gerçeklik ve sahtelik arasındaki çizginin de giderek yok olduğunu dile getirir. Bu konuda en büyük rolü oynayan şey elbette medya sektörüdür. Medya insanların algılarını şekillendirdiği gibi gerçekliği de çarpıtarak sahte bir ideal dünyaya temel hazırlamaktadır. Tatmin gerçek hayatın içinde değil de medyanın yansıttığı sahteliğin içinde aranmaya başlanır. Kitap bir gezi kitabından çok daha fazlasıdır. Modern Batı'nın düzeninin Amerika'da nasıl şekillendiğini ve tüm dünyanın etkilendiği Amerikan Rüyası’nın sahteliğini ortaya koyar.
Amerika’yı gösterildiği gibi değil de görmek istediği gibi araştırdığını söyler. Bunun için çölleri aşan yolculuklarla mücadele etmiştir. Oturduğu yerden televizyonda Amerikan Düş'ünü sunan ve bunu bir idealmiş gibi pazarlayanlara karşı gerçekliğin tam ortasında bu yolculuğa çıkmıştır. Baudrillard, Amerikan kültürünü "iştahsız kültür" olarak tanımlar. Yetersiz, tatminsiz ve doyumsuz bir kültür olarak gördüğü için bu tanımlamayı yapmaktadır. Gösterişte çok zengin ve güçlü Amerikan toplumunun içerik bakımından niteliksiz ve kalitesiz olduğunu vurgular.
Avrupa, hala Amerika’ya sürgün yeri gözüyle baktığı için kendi kültürü içinde bastırdığı sapkın duyguların yolu Amerika ile kesişir. Amerika modernliğin yeni versiyonudur. Amerika ütopyanın gerçekleştiği yerdir. Amerika'da doğan modernlik, Avrupa'nın etkisini azaltmıştır. Modernliğin merkezi haline gelen Amerika, Avrupa'nın yerini almıştır. Modernliğin efsaneleri adeta Amerika'ya taşınmıştır. Amerika modernliği kültür endüstrisi, tüketim toplumu, reklamlar ve medya aracılığıyla ile kontrol eder. Bu nedenle günümüzde hala modernliğin başlangıç noktası olarak Amerika kabul edilir. Bütün trendler orada başlar ve bütün dünyaya yayılır. Amerika küresel anlamda modernliği şekillendirebilecek bir konuma evrilmiştir. Kısacası Amerika ve Avrupa rolleri değiştirmiştir bunun neticesinde de küresel çapta modern kültürün öncüsü olarak Amerika işaret edilmektedir.
Amerikalılar için gerçeklik, olumsuzluklarla bağlantılı değil, başarısızlık gerçeği umursamaz. Amerika, Avrupa'dan farklı bir gerçeklik algısına sahiptir, Avrupa'da düşlenen ideallerin Amerika'da gerçekleştiği düşünülür.
Avrupa düşüncesinde olumsuzluk ve ironi hakimken, Amerikan düşüncesinde ise paradoksların baskın olduğunu ifade eder. Amerikalılar olgulara inanır ama yapaylığa inanmaz. Olguların yapay olmadığını bilmeyerek inanırlar. Bu inanç dışardan gelen müdahalelere karşı umursamaz bir tavırla karşılık alırken her şeye tam bir inançla yaklaşmayı ve nesnelerin gerçekliğini kabullenmekle açıklanabilir. Hiçbir şey aldatmaz veya hiçbir şey iki yüzlü değildir bu da Amerikalıların gerçeklik ve doğruluğa olan inancını ortaya koyar.
Toplumsal yaşamda ironi yoktur ve neşe burada her zaman eksiktir. İçsel güzellik, yaşamın dışsal tanıtımını beraberinde getirir. Toplum sürekli olarak kendini savunan ve var olduğunu kanıtlamaya çalışan bir toplumdur. Kendi varlığını sürekli olarak kanıtlama çabasıdır. Kimsin, ne iş yapıyorsun, ne kadar kazanıyorsun, nasıl yaşıyorsun bu düzenin içinde gizli kapaklı hiçbir şeye yer yoktur. Sürekli kendini kanıtlama ve açıklama çabası içinde olan bir toplumdur.
50'lerin özlenilen Amerika'sı gücünün güçlendiği 70'li yıllardan sonra bu güç rüyası bozulmuştur.
Bu dönemde yaşanan olaylar ve hareketlilikler beraberinde Amerika'nın özgür rüyasından çok şey götürmüştür. Günümüze gelene kadar Amerika eski gücünü kaybetmiş ve diğer ülkeler kadar yumuşak bir ülke yapısına bürünmüştür. Bu da gücünü kaybettiği noktadır. Buna rağmen Amerika'nın dünya gücünün merkezinde bulunmaması, gücünü tamamen teslim ettiği anlamına gelmez. Sadece kendisi artık merkezde değildir. Rekabet, emperyalizm ve hegemonya noktasında bazı puanlar kaybetse de büyüme oranlarında en karlı çıkanlardandır. Bunu doların anlamsız ve inanılmaz yükselişinden de anlayabiliriz. Amerika, her koşulda hala siyasi ve kültürel gücün sahibidir.