İnsanoğlunun doğal ya da hayali dürtüleriyle süregelen arzuları sonucunda ortaya çıkan kavramlar, tarihin sayfalarında karşımıza çıkan, yerleri, dönemleri ve tabii ki önemleri ile bugün bile büyüleyici etkiler bırakan bazı yapıları akıllara getirebilir. Bu yapılar arasında zamanın akışına karşı geçmişimizin değerlerini koruyan birçok eser bulunsa da bazıları ötekilere kıyasla daha ilgi çekici olabilir. Tanrılara, göklere ulaşmak için pek çok kez varoluşuyla çakışma yolunda ilerlemeyi seçmiş biz insanların git gide yükselen binaları arasında en dikkat çekici olanlardan birisi de Paris’teki Notre-Dame Katedralidir. 69 metrelik kule yüksekliği, şehrin kalbindeki münferit bir adaya atılmış temeli ve tanıklık ettiği dönemlerin çalkantısını mimarisinde barındıran bu eserin üst kısımlarında yaşanmasıyla 2019 yılına damgasını vuran yangından ve birkaç yıl sonra bu yangın sayesinde ortaya çıkarılan, varlığı unutulmuş tarihi eserler ve lahitler hakkında bundan tam bir yıl önce yazdığım makaleden beri Notre-Dame bazı sırlarını daha gözler önüne sermiş bulunmakta. Saint Étienne Katedrali’nin 4. Yüzyıldaki inşasından neredeyse 800 yıl sonra ancak hemen hemen aynı konuma kurulmuş olan Notre-Dame’ın inşası hakkındaki pek çok işlem, bunların ne zaman yapılmış olduğu hakkında belgeler ve dolayısıyla kronolojik bir örüntü mevcut olmasına rağmen geçtiğimiz günlerde yayımlanan bir araştırma daha önce fark edilmemiş ancak binanın yapısal bütünlüğünü korumasının anahtarı olabileceği düşünülen tekniği duyurdu. Aynı dönem ve benzer stillerde yapılan hiçbir inşaat girişiminde karşılaşılmamış ve bu nedenle Notre-Dame’da da kullanılmış olmadığı tahmin edilen bu teknik binanın gövdesindeki taşların ortalama 50 santimetre uzunluğundaki demir parçalarıyla birbirine tutturuluşu. “Zımba” veya iki uçlu çatal olarak anılabilecek olan bu parçaların binanın ulaşmış olduğu yükseklikte çok büyük bir pay oynadığını belirten araştırmacılarca yaptırılan radyokarbon tarihlemeler, demirlerin Notre-Dame’ın yapım yıllarıyla eşleştiğini gösterdi. Demir’in hangi bölgede madenlenmiş olduğu, çözülmesi hedeflenen bir sonraki gizem olarak belirlenmiş durumda ve önümüzdeki yıllarda bir sonuca ulaşılması bekleniyor.