Keyifli geçen bir anne kız günü sonrasında oturmuş kahvelerimizi içerken; “İpek” dedim, “Bu hafta ne yazayım?” hiç düşünmeden cevap verdi: “Şımartılmış çocukları yaz anne!” “Valla hiç uğraşamam, şımarık çocukları yetiştiren anne babalarla. Nasıl istiyorlarsa öyle yetiştirsin millet. Bana mı sordular şımartırlarken.” diye homurdandım. Şımarık çocukları sevmiyordu bunu biliyordum. Çünkü İpek, şımarık değil şımarabilme hakkına sahip bir çocuk olarak yetiştirildi. Onun bahsettiği şımarıklıktan kısaca bahsetmek istiyorum size. Her istediği yapılan, “Hayır” denilmesi gerekilen yerde “Sonra bakarız” ile geçiştirilen, elinde tablet, cebinde telefon, cüzdanında harçlık ile kendi haline bırakılan çocuklardı İpek’in bahsettiği. İlgisizlikten terbiyesizliğe terfi eden çocuklardı bunlar. Büyükleri ile nasıl konuşulacağını bilmeyen, hamburgerin anne yemeği olduğunu düşünen çocuklar…Şımarık doğmuyor, şımarık yetiştiriliyorlardı. Onların suçu değildi bu halleri. Nerede nasıl davranılacağı öğretilmiyordu ki! Liste uzayıp gidebilir. Artık aklınıza nasıl geliyorsa. Çocuklarının her istediğini yapmanın iyi anne baba olmak olduğunu düşünenlerin, genelde “Benim çocuğum asla bunu yapmaz” diye konuşanların yetiştirdiği çocuklardı şımarık çocuklar. Çocuklarının hatalarını örtbas etmeyi, kayıtsız şartsız kendi çocuklarını haklı bulmayı seçenlerin çocukları... Çocuk eğitiminde olması gereken dozunda disiplinin yerini“Biz anlayışlı anne babalarız” diyerek disiplinsizliğe bırakanların çocuklarıydı bunlar. Bilmiyorlardı ki, şimdinin şımarıkları geleceğin mutsuzları yetişiyordu. Oysa insanın “Şımarabilme hakkı” vardır. Bu hakkı öyle herkese kullanamazsın. Yüreğinin üstünü örtmüştür verdiği güven. Bırak sırtını yaslamayı, sırrını yaslamışsındır. Sorgusuz, sualsiz kapısını çalabildiğin, kucak açabildiğin kişidir şımarıklık hakkını kullanacağın kişi. Öyle ince bir çizgidir ki bu hak; nerede duracağını, ne kadar şımarabileceğini,kırmızıçizgilerini çok iyi bilirsin. Bir tık ötesi saygısızlıktır. Kolay kolay ele geçmeyen şımarabilme hakkı herkese nasip olmaz. Her dostluğa, her aşka, her aileye, her arkadaşa nasip olmayan ince bir haktır şımarabilme hakkı. Yürürken sokakta ansızın “Hadi, şu çiçeklerden bana alsana”diyebilmektir mesela. “Hastayım gel bana çorba yap lütfen” arkasına gizlenmiştir şımarabilme hakkı. İnceden inceden naz yapmaktır. Bu hakka hiç sahip oldunuz mu bilmiyorum. Pamuk şeker kadar nazik, kırılgan ve tatlıdır. İbn-i Battuta’yı duydunuz mu hiç? Ortaçağda yaşayan ama adı pek bilinmeyen bu seyyah en az KristofKolomb ya da Evliya Çelebi kadar övgüyü hak ediyor. Hacca gidiyorum diye evden çıkıp 28 yıl boyunca seyahat eden İbn-i Battuta, seyahate çıktığı ilk gün seyahatnamesine şunları yazıyor; “Arkadaşlığı ile kendimi teselli edebileceğim tek bir dost ya da kervan olmadan yola çıktım. Kalbim seyahat etmenin heyecanı ve kutsal yerleri görmenin arzusu ile dolup taşıyordu. Bu isteğimden güç alarak sevdiğim insanlara veda ettim ve kuşların yuvalarını terk ettiği gibi bende evimi terk ettim.” Bu zamanda kimse evliya değil 28 yıl boyunca seyahate çıkacak kadar lükse ise hiç sahip değil. 21 yüzyılda İbn-i Battuta değilseniz bırakın siyaseti, altılı masanın kim ile görüştüğünü, bırakın dertleri. Seçim sonuçlarını mı merak ediyorsunuz? Zaten günü geldiğinde öğreneceksiniz. Gündem ötesi günlerde yaşıyoruz. Her an her şey olabiliyor. Biraz nefes almaya biraz huzura hepimizin ihtiyacı var. Üzgün müsünüz? Sizde biliyorsunuz geçecek… Yorgun musunuz? Sıkıldınız mı? Bu yaşam bunalttı mı sizi? Yaslanın arkanıza ve şımarabilme hakkınızı kullanın. Birazdan titrek mum ışığında Farsça şarkıları dinlerken benim yapacağım gibi. 28 yıl olmasa da hayata küçük bir mola…