1990-2000 yılları arasında Türk romancılığı, toplumsal ve kültürel değişimlerin yansımalarını edebiyata taşıyan bir dönem olarak dikkat çeker. Bu yıllar, Türkiye’nin hem iç hem de dış dinamiklerinin dönüşüme uğradığı bir dönemdir. Siyasal, ekonomik ve toplumsal değişiklikler, roman dünyasında da karşılığını bulmuş, yazarlar hem yerel hem de küresel etkiler altında yeni anlatım biçimleri ve konular geliştirmiştir. Bu dönem, Türk romanının biçimsel ve tematik çeşitliliğinin arttığı bir süreci işaret eder.
1990’lı yıllar, Türkiye’de siyasal ve toplumsal açıdan karmaşık bir dönemi yansıtır. 1980 askeri darbesinin etkileri hâlâ hissedilirken, ülke bir yandan ekonomik liberalleşmeye adım atıyor, diğer yandan da Kürt meselesi, terör olayları ve politik belirsizliklerle uğraşıyordu. Özellikle 1990’ların ikinci yarısında yükselen şiddet olayları, toplumsal travmalar ve kimlik arayışları Türk romanına da yansımıştır. Bu dönemde yazarlar, birey ve toplum ilişkisini irdeleyen eserler verirken, geçmişle hesaplaşma, kimlik sorunları ve modernleşme sancıları önemli temalar olarak öne çıkmıştır.
1990-2000 yılları arasında Türk romancılığında tematik bir genişleme görülür. Bu dönemde, romanlarda bireysel ve toplumsal kimlik, cinsiyet rolleri, azınlıkların sorunları, göç, modernleşme, küreselleşme ve travma gibi temalar işlenmeye başlar. Bu temalar, modern bireyin yalnızlığı, içsel çatışmaları ve aidiyet sorunlarıyla iç içe geçer.
Özellikle kimlik teması, 1990’lı yılların romanlarında sıkça işlenen bir konu olmuştur. Orhan Pamuk’un bu dönemde yazdığı romanlar, Osmanlı geçmişi ile modern Türkiye arasındaki gerilimleri işlerken, yazarlar daha genel anlamda Doğu-Batı çatışması, modernleşme ve gelenek arasında sıkışan bireyin arayışlarını dile getirir. Pamuk’un eserleri, modernleşmenin getirdiği kimlik bunalımını ve geçmişle hesaplaşmayı derinlemesine irdeleyen romanlar olarak bu dönemde öne çıkar.
Ahmet Altan, Latife Tekin ve Hasan Ali Toptaş gibi yazarlar da bireysel anlatılar üzerinden toplumsal yapının kırılganlıklarına ışık tutar. Ahmet Altan, bireyin topluma ve iktidara karşı mücadelesini işlerken, Latife Tekin kırsal kesim ve şehir hayatı arasındaki farkları, bu iki dünyanın birey üzerindeki etkilerini işler. Tekin’in yapıtları, büyülü gerçekçiliğin izlerini taşıyan, toplumsal sorunları edebi bir dille anlatan önemli eserler arasında yer alır.
1990-2000 dönemi, Türk romanında biçimsel yeniliklerin de dikkat çektiği bir dönemdir. Yazarlar, geleneksel anlatı biçimlerinin dışına çıkarak daha deneysel ve çok katmanlı bir anlatı diline yönelmişlerdir. Postmodern anlatı teknikleri, bu dönemde birçok romanda kendini gösterir. Romanlarda, zaman ve mekân kavramlarıyla oynanır, anlatıcılar çeşitlenir, geçmiş ve gelecek iç içe geçer.
Bu dönemin öne çıkan isimlerinden Orhan Pamuk, postmodern anlatı tekniklerini Türk edebiyatına taşımada önemli bir rol oynar. “Kara Kitap” (1990) ve “Yeni Hayat” (1994) gibi romanlarında, metinlerarasılık, geçmişle hesaplaşma, kimlik arayışı gibi konuları postmodern bir anlatı diliyle ele alır. Pamuk, bu eserlerinde klasik anlatı biçimlerini parçalayarak, romanı daha çok katmanlı ve karmaşık bir yapı haline getirir. Böylece, hem anlatı teknikleri bakımından hem de tematik olarak Türk romanında yenilikçi bir yol açar.
Bu dönemde Hasan Ali Toptaş, özgün dili ve anlatı dünyasıyla dikkat çeker. Toptaş’ın eserlerinde, bireyin iç dünyasına yapılan yolculuklar, yoğun metaforik anlatılar ve dilin sınırlarını zorlayan bir üslup dikkat çeker. Toptaş, özellikle “Gölgesizler” (1995) romanıyla, geleneksel anlatıyı modern ve büyülü gerçekçi öğelerle harmanlayarak farklı bir bakış açısı sunar.