Türk edebiyatı, 1900-1930 yılları arasında büyük bir dönüşüm geçirmiştir. Bu dönem, Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarını, I. Dünya Savaşı’nı, Kurtuluş Savaşı’nı ve nihayetinde Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu kapsayan bir zaman dilimine denk gelir. Toplumsal ve siyasal olayların yoğun olarak yaşandığı bu yıllar, edebiyatın da kendini yenilemesine, farklı bakış açıları geliştirmesine ve daha önce ele alınmamış konuları işlemeye başlamasına yol açmıştır. Türk romancılığı da bu dönemde önemli bir değişim ve gelişim göstermiştir.

1900’lerin başında, Tanzimat Edebiyatı’nın etkisi hâlâ hissediliyordu. Tanzimat Dönemi’nin öncü yazarları, roman türünü Osmanlı edebiyatına tanıtarak Batılı tarzda hikâye anlatıcılığının temellerini atmışlardı. Ahmet Mithat Efendi, Şemsettin Sami, Namık Kemal gibi yazarlar, halkı eğitmek ve bilgilendirmek amacı güden, ahlaki ve sosyal mesajlar içeren eserler yazmışlardı. Tanzimat romancılığında görülen bu didaktik yaklaşım, II. Meşrutiyet Dönemi’nde (1908-1918) yerini daha özgün ve bireysel temalara bırakmaya başlamıştır.

1908 yılında II. Meşrutiyet’in ilan edilmesi, özgürlük ve hürriyet kavramlarının toplumda daha geniş bir yankı bulmasına neden oldu. Bu yeni özgürlük ortamı, roman yazarlarının da kendilerini ifade etme biçimlerini değiştirdi. Edebiyat, artık yalnızca toplumsal sorunları ele almakla kalmayıp bireyin iç dünyasına, psikolojik durumuna ve bireysel çatışmalarına da odaklanmaya başladı.

Bu dönemin önde gelen romancılarından biri Halit Ziya Uşaklıgil’dir. Halit Ziya, “Mai ve Siyah” (1897) ve “Aşk-ı Memnu” (1899) gibi eserleriyle bireysel duygulara ve içsel çatışmalara odaklanarak modern Türk romanının temellerini attı. Onun romanları, bireyin toplum içindeki yerini sorgulayan, aşk, hayal kırıklığı, toplumsal baskı gibi temaları işleyen derin bir psikolojik bakış açısı sunar.

1911 yılında Selanik’te çıkarılmaya başlanan Genç Kalemler dergisi, Türk edebiyatında millî bir uyanışın simgesi oldu. Ömer Seyfettin, Ziya Gökalp, Ali Canip Yöntem gibi yazarlar, dilde sadeleşme ve millî kimlik arayışına yöneldiler. Bu yazarlar, Türkçenin sadeleştirilmesi ve halkın anlayabileceği bir edebiyat oluşturma amacı güttüler. Millî Edebiyat Dönemi olarak adlandırılan bu süreçte, Türk romanı da milli kimliği ve Anadolu insanının yaşamını konu almaya başladı.

Bu dönemde özellikle Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve Halide Edib Adıvar gibi yazarlar öne çıkmıştır. Yakup Kadri, “Yaban” (1932) romanında, Kurtuluş Savaşı sırasında Anadolu insanının yaşadığı zorlukları, köy ve kent insanı arasındaki çatışmaları işlemiştir. Halide Edib ise “Ateşten Gömlek” (1923) ve “Vurun Kahpeye” (1926) gibi romanlarıyla millî mücadele ruhunu ve Anadolu insanının direnişini yansıtmıştır.

1923’te Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte Türk edebiyatında yeni bir dönem başlamıştır. Cumhuriyet’in getirdiği modernleşme hareketleri, şehirleşme ve eğitimdeki yenilikler, roman konularını ve karakterlerini de etkilemiştir. Cumhuriyet’in ilk yıllarında edebiyat, yeni toplum düzeninin ve modern Türk kimliğinin inşası üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu dönemde yazarlar, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin ideallerini ve modernleşme çabalarını eserlerine yansıtmışlardır.

Bu dönemdeki romanlarda, bireylerin modernleşme ile gelenek arasında yaşadığı çatışmalar, yeni toplum düzeni ve değişen sosyal yapılar sıklıkla işlenmiştir. Cumhuriyet Dönemi’nin öne çıkan yazarlarından biri olan Reşat Nuri Güntekin, “Çalıkuşu” (1922) romanıyla öğretmenlik mesleğini, kadınların eğitimdeki rolünü ve taşra yaşamını ele almıştır. Güntekin’in romanları, bireylerin modernleşme sürecindeki çabalarını ve bu süreçte karşılaştıkları zorlukları başarıyla yansıtır.