Türk Sanat Müziği’ne 1960’lı ve sonraki yıllarda ölümsüz eserler kazandıran rahmetli Yusuf Nalkesen, yakın dostumdu.

Ta Mevlana İlkokulu’ndaki öğretmenlik yıllarından başlayan dostluğumuz ölümüne dek sürdü. Nalkesen, yönettiğim Ekspres Gazetesi’nde “Türk Sanat Müziği” sayfası hazırlıyordu.

O yıllarda TRT’de anlaşmalı saz sanatçısı olarak çalışan Nalkesen, Müzik Dairesi Başkanı Çinuçen Tanrıkorur’a fena şekilde takmış, İzmir Radyosu’nda çalışan keman sanatçısı Muammer Çetinyay’ın özlük hakkı ile ilgili bir yazı yazmıştı. Yazı, resmen Tanrıkorur’u hedef alıyordu. “Ağabey, yayınlamayalım, işinden olursun” dedim, dinlemedi. Yayınladık, bir hafta sonra TRT ile ilişkisi kesildi.

Korkusuz, onurunu koruyan bir adamdı.

“O Ağacın Altı”, “Veda Busesi”, “Bir Gün karşılaşırsak Ayrıldığımız Yerde”,  Kimi Dertten İçermiş Kimi Neşeden”, “Ne O Bensiz Edebilir”, “Söyle Naz mı Bu Kaş Çatış”, “Ayrılsak da Beraberiz”  gibi ölümsüz eserlerin sahibi olan Yusuf Nalkesen, bir dönem Zeki Müren, Emel Sayın, Müzeyyen Senar başta olmak üzere pek çok sanatçıya bu şarkıları vererek onları ayakta tutmuştu.

Son döneminde Zeki Müren’le aralarından kara kedi geçmişti. Sanat Güneşi, Fuar’daki TRT İzmir Stüdyosu’nda vefat edince, Bölge Müdürü İhsan Öztamer’in isteği üzerine kendisini Karşıyaka’daki evinden aldırıp getirmiştim. Cenaze töreninde çok güzel bir konuşma yaptı. Hepimizin gözleri doldu.

Oğlu Süleyman, babasıyla ilgili çok güzel bir kitap hazırlamış. Karşıyaka Belediyesi’nin bastırdığı bu kitabı, Güzelbahçe’den Buca’ya getirip bana hediye etti. Öğrendim ki, kitabın öz sözünde bir iki satır yazsınlar diye ricada bulunduğu bazı sanatçılar, bu vefayı göstermemişler. Süleyman, babasının 900’e yakın eserinin telif haklarını yönetiyor. “Onlar, babamın şarkılarını asla hiçbir yerde seslendiremeyecekler” dedi.

Doğru da yaptı.

Kitabı sindire sindire okuyor, her sayfasında onun bir birinden güzel şarkılarını mırıldanıyorum. En çok da ‘Veda Busesi’ni.

Ört ki ölem

Bir yakınımın 13 yaşındaki oğlunun ciddi bir öksürük sorunu ortaya çıktı.
İki defa gittikleri aile hekimi, tedavide başarılı olamayınca çocuğu bir iç hastalıkları uzmanına yönlendirdi.
Bunun için randevu alınması gerekiyordu.
3 Kasım’da randevu talebinde bulunuldu. Sistem, 17 Kasım tarihine randevu verdi.
Yani tam iki hafta sonrasına.
Biliyorum, daha kötü örnekler var. Sadece tanık olduğum için bunu yazıyorum, önce belirteyim.
Sağlık sistemi, insanları yaşatmak için kurulmuştur. Öldürmek için değil.
Öksürük gibi ciddi bir rahatsızlığı olan 13 yaşındaki çocuğa 14 gün sonrası için randevu veren bir sistem, açık ve seçik; yaşatmaktan değil, öldürmekten yana bir sistemdir.
Devasa hastaneler açmak marifet değil. Bu ufak gibi görünen detaylar gözden kaçtıkça ve sistemi yaşatmaktan yana dizayn etmedikçe ne söylense inandırıcı olmaz.
Kalp hastaları, kanser hastaları, şeker hastaları, hep aynı şeyden yakınıyor.
Aylar sonrasına verilen randevular, Hipokrat’ı bile mezarından çıkaracak garabetin ta kendisidir.
Dikkat edin; burada hekimi değil sistemi eleştiriyoruz. Aynı sistemden hekimlerimizin de yakındığını çok iyi biliyoruz.
“Ört ki ölem” sözü, bu sağlık sistemimize çok uygun düşüyor.

İşe yarar mı ki?

Öğrendim ki, CHP Genel Başkanı Özgür Özel ile Tunç Soyer, ikisi de BAL yani Bornova Anadolu Lisesi mezunu. 

CHP Büyük Kurultayı öncesi Soyer, statükocu davranmış, Kemal Kılıçdaroğlu’ndan yana olduğu izlenimini vermişti.

Şimdi Kılıçdaroğlu yok ama aynı okuldan mezun Özgür Özel var.

Böyle bir yakınlık ne kadar işe yarar bir.

İkincisi İzmir’de partinin belirleyici ismi Deniz Yücel ne düşünüyor?

Üçüncüsü “Liyakat” düsturunu çok daha öne çıkaracak diyeceğim ama ona daha bir hayli yol var gibi görünüyor.

Konuştuğum bütün CHP’liler, kafa karıştırmak için bir biriyle yarışıyor.

Ne yapsınlar ki?

Kendi kafaları karışık zaten.

Ne varlığa sevinirim /  Ne yokluğa yerinirim / Sosyal medyada avunurum / Unuttum kadın seni!

***

Gençken kendini ÇILGIN hisseden ben, yaşlandıkça bu kez YILGIN hissetmeye başladım!

***

Gazetelerdeki ''Eski koca dehşeti'' haberleri sizi de dehşete düşürmüyor mu? Ne olacak bunun sonu?

***

Bir şarkısın sen… Her söylediğimde ömür boyu detone olduğum!

Parayı Lidyalılar buldu. Paranın pul olmasını ise Türkler!