Dernekler, sivil toplum kuruluşları, zaman zaman mevlit düzenliyor.
Bunun okunması için ilk başvurdukları yer ise mahallelerindeki cami ve tabii onun imamı.
Çoğu kere, mevlit sonunda Atatürk’ün adının geçmesi istendiğinde imam, anında bir bahane uyduruyor, mevlide gelmiyor.
Genel bir ürkeklik var. Sanki Atatürk’ün adını ansa görevinden edecekler.
Böyle bir korkuyu dünyanın hiçbir ülkesinde göremezsiniz. Hiçbir ülke insanı, kurtarıcısının adını anmaktan çekinmez. Aksine gurur duyar.
Bu çarpık tablo, aydın bir kentte yaşıyor olmamıza rağmen güzel İzmir’imizde de görülüyor ve hepimizi derinden yaralıyor.
Balık baştan kokar.
Sorunu çözmek diye bir niyet varsa tepelerden başlamak lazım.
Eskilerde 10 Kasım geceleri televizyonda Atatürk’ün ruhuna mevlit okutulur, Ulu Önder’in adı defalarca geçerdi.
Döndük dolaştık bu günlere geldik.
Ünlü bir isim, babası adına yaptırdığı caminin imamı bile, yine babası adına okutulacak mevlitte Atatürk adını anmamak için rapor alınca, taa Karşıyaka’dan, kilometrelerce öteden din adamı getirmek zorunda kalmıştı.
Biz, buna layık mıyız?
Hesap ortada, çözüm nerede?
Türkiye’de yılda ortalama 530 bin kişi hayatını kaybediyor.
Bu, günde yaklaşık 1600 kişi demek. Mezarlıklarda bir kabrin kapladığı toprak alanı 3 metrekare civarında. 1600’ü 3’le çarptığımızda 4800 metrekare ediyor. Yıl bazında rakam 1 milyon 200 bin metrekareyi buluyor.
Ülkemizin yüzölçümü 783 bin 562 kilometre kare.
Bunca matematiksel rakamı, şunun için sıraladım:
Türkiye’nin bugün önemli sorunlarından biri mezarlık alanı sorunudur.
Her geçen gün mezarlıklar, insanlardan uzaklaşıyor ve oraya gidip ziyaret imkanı da kalmıyor.
Nüfus arttıkça, on yıl sonra, yüz yıl sonra ortaya nasıl bir tablo çıkar bilemiyoruz.
Büyük kentler, bu bakımdan daha şanssız. Üç gömüyü üst üste yapan aileler var ama yine de yetmiyor.
Ne yazık ki, bazen verimli tarım arazileri ve ormanlar bile mezarlığa dönüştürülebiliyor.
Bununla ilgili master planlar üzerinde çalışıldığını, gömüleri farklı bir şekilde yapmayı bile öneren uzmanların olduğunu biliyorum.
Ama zor, çok zor bir iş olduğunu da kabul ediyorum.
Küfür mizah değildir
Cem Yılmaz’ın “Erşan Kuneri” tiplemesiyle ilgili videoları izliyorsunuzdur.
Baştan aşağı küfür, argo…
Oysa Türkiye’nin mizah ve güldürü kültüründe küfür argo yoktur.
Şimdi bakıyorsunuz, mizah dergileri de hep belden aşağı.
Geçmişte ne Ramiz, ne Semih Balcıoğlu, ne Eflatun Nuri, ne Cafer Zorlu, Nehar Tüblek, Suat yalaz, Tan Oral, Cemal Nadir, mizahı bu hale getirmediler.
Cem Yılmaz’ın yaptığı işi geçmişte yapan İsmail Dümbüllü, Nejat Uygur, Muammer Karaca, Naşit gibi efsane isimler aileye hitap etmeyi ilke belirlediler.
Ancak ne yazık ki; küfür ve argo mizahta müşteri topluyor. Bunu da görüyoruz.
Bu yolculuk, nereye varır, bilmiyoruz.
İBRAHİM ORMANCI
Hanımda unutkanlık başladı. Bana neden kızdığını unutuyor. Bu yüzden günlük tutmaya başladı. Korkuyorum bu kadının zekasından!
***
Gönül ne kahve ister ne de kahvehane. Gönül kahve içip selfie çekmek ister. Beğeniler şahane!
***
Komşu komşunun külüne değil geceleri sessizliğine muhtaçtır net!
***
Aradığım her şeyi buluyorum ama bazen muhatap bulamıyorum kendime!