Günümüz ilişkileri gittikçe bir pazarlama stratejisine benzemeye başladı. Matt Haig’in “Yaşama tutunmak için nedenler” adlı kitabının “Yaşam” bölümünde tasvir edildiği gibi: “DİAE. Dikkat. İlgi. Arzu. Eylem. Pazarlamanın dört adımı. Önce dikkatlerini çekeceksin, ardından ilgi uyandıracaksın, sonra onlarda bir şeyler yapma arzusunu tetikleyeceksin ve en nihayetinde eyleme geçmelerini sağlayacaksın.” İlişkiler de aynen bu şekilde ilerlemeye başladı. Kapitalizmin dünyayı esir alması zaten yeterince can sıkıcıyken, duygulara bile sirayet etmesi, insanı hayattan ne beklediğini düşünmeye itiyor bazen. Herkesin kabul ettiği bir strateji bulutu dolanıyor ilişkilerin üzerinde. Önce iki taraf da dikkat çekmek için tüm yeteneklerini kullanmaya çalışıyor. Eğer radara girmeyi başarırsa bu sefer de ilgi kartını oynamaya başlıyorlar. Ne kadar çok ilgi uyandırabilirse karşı tarafı kendine o kadar çok bağlayabileceğinden emin oluyor taraflar. Bir sonraki adım ise vakit geçirmek. Her iki taraf da birbirlerini görme arzusunu uyandırmaya çalışıyor ki bu da en son adıma geçilmesini hızlandırsın. Eylem. Bu aşık olmak, bağımlı olmak, “senin için dağları delerim” kıvamına gelmek veya kitaptaki tasvire ek olarak kendi fikrimce: Son adım terk edilmek veya terk etmek. İlginin bitmesi, artık dikkat radarının başka lokasyonlara kayması. Kaçınılmaz son. Stratejik olarak bağımlılık, duygusal anlamda sevginin düşmanı. İşte gerçek son adım tam olarak bu. Bağımlı sevgideki ilginin azalması, ilişkilerin çıkmaz sokakta ilerlemeye çalışması ve günün sonunda başaramayarak stratejiye geri dönülmesi. Mutlak sevgi diye bir olgunun varlığı tamamıyla bir ütopya. Gerçek dışı bu olgu sadece bir iddiadan ibaret. Somut olarak varlığını sürdüremeyen bir tez. Ve günün sonunda kaçınılmaz son olarak yalnızlık hayatın tek gerçeği olmuş durumda. “Tek başına yalnız kalmak bir ilişki içinde yalnız kalmaktan her zaman daha iyidir.” Bence insan hissettiği gibi yaşamalı. Ancak insanoğlu bunu imkansız kılmayı başardı. Artık bir sonraki adımı düşünmeden atmanın imkanı yok. Strateji, yaşamın her anında bizi esir almış durumda. İnsanlar duyguları hissetmenin, düşünmenin bir hastalık olduğu kanaatinde hemfikir. Günümüz gençliği işte tam bu noktada psikolojik yetersizlik yaşamaya, ilaçlara başvurmaya ve yalnızlığın en iyi tedavi olduğu ve aynı zamanda en büyük hastalık olduğu konusu üzerine gereğinden fazla düşünmeye başladı. Düşünmek de psikolojik olarak hayattan kopmaya doğru giden yolun kapılarını ardına kadar açtı. Bu kısır döngü halini alan duygu birikiminden çıkmak da yine stratejik bir hayat düzeni oluşturma alışkanlığını kazandırdı. Bunun kanıtını da spor salonlarının aylık ve senelik üyelik talep sayılarından görmeye başladık. Peki vücudu yorarak düşünmeyi en aza indirmek gayesiyle dolup taşan insanlar bu yolla psikolojilerini ne kadar kurtarabiliyor? Bu konuda üzerine tartışılabilecek yüzlerce sorudan en basiti bu. Cevabını bilen kendini bir nebze de olsa bu stratejik düzenden sanırım kurtarabilir.