Sinema tarihinde sıkça söz edilecek bir çarpışmanın elemanlarından biri olan Oppenheimer filmi, gişede rekorlar kırmaya devam ediyor. Sinemaseverlerin ‘Barbieheimer haftası’ olarak nitelendirdiği karşılaşmada geçen haftaki yazımda değerlendirmesini yaptığım ‘Barbie’ filmi kimi ülkelerde gişeyi sallarken, ülkemizde ise bu zirveyi ‘Oppenheimer’ önde götürüyor. İkisini de deneyip tarafınızı seçebileceğiniz bu iki filmi de izledim ve bu hafta sıra, kimi çevrelerce ‘Yeni Kubrick’ lakabını alan Christopher Nolan’ın gözde filmi ‘Oppenheimer’da. 

(NOT: SPOİLER İÇERİR)

Filmin bir biyografi filmi olduğunu bilmeyen kalmamıştır diye düşünüyorum. Atom bombasının babası olarak görülen J. Robert Oppenheimer’ın gözünden anlatılan film, II. Dünya Savaşı’nın bitmesine vesile olan Hiroşima ve Nagasaki’ye ABD tarafından atılan ve binlerce insanın ölümüne neden olan atom bombasının yapım sürecini gözler önüne seriyor. Filmin kadrosunun oldukça güçlü olduğunu da gözden kaçırmamak gerekiyor. Başrollerinde Cillian Murphy, Robert Downey Jr., Emily Blunt, Matt Damon, Jason Clarke ve Alden Ehrenreich gibi isimlerin yer aldığı filmin küçük rollerinde ise sürpriz isimler karşımıza çıkıyor. Filmin konusu kadar, çekim tekniklerinin de oldukça büyük ilgi çektiğini ve Nolan’ın kalitesini ortaya koyduğunu, tüm film boyunca net bir şekilde görebiliyoruz. Özellikle filmin müzik seçimi ve ses efektlerinin, filmi ne kadar ileriye taşıdığını izlerken anlayacaksınız. 

Nolan filmlerinin genel olarak biçimsel bir kusursuzluk içerdiğini göz önünde tutarsak, filmin, senaryo ve müzik seçimleriyle, koskoca bir üç saati hiç sıkmadan izletmesinin nedenini anlayabiliriz. Filmi bu kadar övdükten sonra, filmle alakalı tek eleştirimi dile getirmek isterim. Film başladığında söylediğim ilk şey “Bu filmi böyle mi izleyeceğiz?” oldu. Çünkü film IMAX filmlerle özel bir formatta çekildi ve maalesef bizim ülkemizde bu filmi orijinal IMAX ekranda izleyebileceğimiz bir perde mevcut değil. IMAX sinema olarak geçen yerler de filmin dijitale yansıtılmış hali. Ben ise filmin görüntü kalitesinde düşüş olacağını göze alarak normal bir salonda izledim. Burada filmin ekrana sığdırılmak için büyütülmesi nedeniyle görseller üstten ve alttan esnetilmiş şekilde tabir edebileceğim bir görüntüyle sunuldu. Ancak film aktıkça bir süre sonra gözüm bu yapıya alıştı. Bundan dolayı filmle alakalı eleştirim bu olacak. 

Filmin üç saat olması izlemenizi engelliyor veya sizi tereddütte bırakıyorsa bence hiç düşünmeden izleyin. Çünkü film bu üç saati sizi hiç sıkmadan geçirtiyor. Olaylar oldukça dinamik şekilde ilerliyor. Geçmişle olağan gün arasında yapılan zaman geçişleri oldukça ustalıkla işlendiğinden, diğer zaman geçişli filmlerde olduğu gibi kafa karışıklığı yaşamadım. Nolan’ın burada kendini oldukça geliştirdiğini söyleyebiliriz. 

Bu bağlamda konuşulması gereken en önemli sahne ise atom bombasının deneme sahnesi. Film çıkmadan önce haberlere düşen, Nolan’ın bombayı gerçekten patlattığı sahne. Sosyal medyada çokça konuşulan bu sahne beni en çok etkileyen yer oldu. Muhtemelen çoğu kişiyi de en çok etkileyen sahne burası olmuştur. Sahnede bombanın patlamasıyla sesin duyulması arasında geçen sürede karakterlerin duygu aktarımları o kadar iyiydi ki, gerçekten bu bombanın nasıl bir etki hissettirebileceğini yaşamadan anlamamızı sağladı. Sonuç olarak Nolan, bize gerçekten değeri çok daha sonra anlaşılacak güzel bir başyapıt bırakmış oldu.