Ben de isterim semt pazarında pür neşe içinde gezmeyi Çileğin kokusuna, domatesin alına, patlıcanın moruna aldanmayı Lakin bırakmıyor yakamı bildiklerim! Elleri nasırlı insanlar Selle, kuraklık arasında sıkışanlar Mazot alamayan çiftçiler Pestisitten geri dönen meyveler Seralarda kanser olan kadınlar Tarlada büyüyen, okulsuz çocuklar Ve Nar'dan evet yanlış duymadınız Nar'dan ölen Saliha, Saliha hep dört yaşında! Siz de benim gibi öğrendikleriniz ile imkanlarınız arasında sıkışıp kalıyorsanız vay halinize, vay halimize... İstanbul'da yaşarken semt pazarlarına uğrama sıklığım daha azdı. Hem evin nüfusu düşüktü, hem de kente gelen sebze meyveye güvenim azdı. Vaktimiz varsa güzel domates bulma umuduyla Kartal'daki organik pazara uğrar, üstüne mısır falan varsa çocuk gibi sevinirdik. Onun dışında Çekirdek gıda topluluğunun listesinden sipariş verirdik. Arada sırada da internet üzerinden temin ederdik gıdamızı. İstanbul'dan küçük bir yere taşındıktan sonra köylere de yakınlaştığımiz için biraz daha rahatladık ama düşündüğümüz kadar kolay değildi. Önce konu komşudan üretim yapan varsa onlardan temini denedik ama sürdürülebilir olmadı. Sonra mecburen pazarlara dadandık. Bir pazar deneyimi Pazarı dedektif gibi şöyle bir kolaçan ettikten sonra, gözüme küçük tezgahları kestiririm. Ön planda yer alan, gösterişli tezgahlara hiç yaklaşmam. Bilirim ki, bu gözüken ürünler endüstriyel baskının sonucudur. İlacı, gübresi tamdır, kusursuzdur. Aynı zamanda sosyal güvencesizliğin ve düşük ücret politikasının egemen olduğu ve aynı işe rağmen kadınların erkeklerden daha az kazandığı bir sistem ile beslenir. Sonra küçük tezgahlar arasında eleme yapmaya başlarım. Küçük tezgah pahalı ilaçlara ve gübrelere ulaşmak zor demektir. Bu yüzden sağlıklı gıdaya ulaşma olasılığının daha yüksek olduğunu düşünürüm. Sonra ürünlere göz gezdirir, ürünler hakkında sohbet eder, onlara dokunur, satıcıların gözlerini okumaya çalışır, hislerimle tezgahlara karar veririm. Pekii bunlar neye yarar derseniz, inanın hiç emin değilim. İçimi rahatlatmasının dışında belki de tamamen yanılsamadır. Benim bu davranışımın arkasında tarımla ilgili okuduğum yazılar, takip ettiğim haberler, katıldığım seminerler ve köylülerle sohbetler var. Pekii bu sistemin arkasında ne var? Kamu otoritelerinin tohum ve ilaç şirketleriyle ilişkileri, Kötü kooperatif modelleri, Sendikasızlık, Aracıların kollanması, Tarımcılığın değersizleştirilip, sermayeye devşirilmesi... Bir vatandaş olarak çocuklarımın gelecekte güvenilir gıdaya ulaşacağına dair endişelerim büyük. Çiftçinin özgür, bağımsız sürdürülebilir tarım yapmasını imkânsız hale getirecek yasa değişiklikleri gerçekleştirildi. 23 Mart 2023'de yürürlüğe giren "Orman Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun"un maddelerini mutlaka okumalısınız. Önümüzdeki hafta seçimlerin ardından mutlaka bu konunun takipçisi olmalıyız. Çünkü bu yasa bize kısaca şunu söylüyor: "Türkiye'nin tarım yapılan toprakları, çok uluslu şirketlerin yönetimine geçiyor"