Ülke gündeminden dolayı acayip yorgun, umutsuz ve boğulmak üzere hissettiğim bir dönemdi. Sanırım 2016 yılıydı. Toplumsal gelişmelere azıcık kulak kabartan ve olanı biteni anlamaya çalışan her insanın benzer şeyler hissettiğini düşünüyordum. En azından etrafımdaki çoğu insan böyleydi. İş yerinde, sokakta, metroda mahkeme salonu gibi gergin bir hava vardı. Karşımızda adil bir mahkeme yoktu. Sanıklar pişkinlik içindeydi, şikâyetçiler de koridorda konuşup salonda susuyorlardı. Mahkemeden kimse medet ummuyor, ama usulen geliyorlardı. İşte böyle bir haletiruhiye içindeyken bana düşen rol neydi? Avukat olsam, yok bana göre değildi, peki ben ne yapmalıydım? İşte bu sıkışmışlıkla, eyleme geçmenin, insanın kendi gündemini kendisinin belirlemesinin en iyi çıkış yolu olacağına karar verdim. Ben bir sivil toplum kuruluşunda işe yarar bir şey yapmalı, artık şikâyetlerimi susturmalıydım. Üstelik şikâyet eden diğer insanlara da örnek olabilirdim. Nereden başlamalı diye düşündüm? İlgi alanım, mesleki tecrübem derken en iyi bildiğim alanda en fazla faydayı yaratacağını düşündüğüm için çocuklara çevre bilincini aşılamanın tam bana göre olduğuna karar verdim. Yakın üç arkadaşımla birlikte TÜYAP Fuarı'na gittik. Oradaki sivil toplum kuruluşlarıyla rastgele konuşmaya başladık. Sonra bir çocuk derneğinin kitap ağacını gördük ve gönüllüsüyle sohbet ettik. Sıcak bir ön izlenim edinmiştik. Biraz araştırdık ve gönüllü olma niyetimizle, sözleşip derneğe tanışmaya gittik. Tabi o sıra işten ayrılmış, özgürlüğümü ele almıştım. Vaktim bana aitti. Bu serveti heba edemezdim. O gün kapısından girdiğimiz o dernek Bütün Çocuklar Bizim Derneği idi. Kapısından girdiğimiz günün üzerinden 7 yıl geçti. Çok farklı disiplinlerden insanlar ile tanıştık, duygudaşlık ettik. Çocuklarla tarifi zor bağlar kurduk. Zaman zaman eve dönüp ağladığımız da oldu vicdanımızın sonsuz huzur bulduğu, yastığa başımızı çok rahat koyduğumuz gecelerimiz de oldu. Ve fark ettim ki, birilerinin hayatına pozitif anlamda etki edebilme duygusu bana aşırı iyi geldi. Resmen yaralarımı onarmaya başladı. Bu gezegendeki mevcudiyetimin vergisini ödemek gibi bir şeydi. Sıkışmışlığım gitmişti. Çocukları mutlu edebiliyordum. Kendimi çok iyi hissediyordum. Ülkemizin filmleri aratmayacak gündemi hiç sekteye uğramadığından, tabii ki gardımın düştüğü zamanlar oldu ve oluyor da. Ama normal zamanda mutluluk seviyemin yerlerden toparlanması çok zor olurken, bir dernekte gönüllü olarak eyleme geçmek bu süreyi kısaltmaya yaradı. Aslında üniversite döneminde de öğrenci toplulukları ya da dernek denemelerim olmuştu. Ama iş hayatımın, yaşamımın büyük bir bölümünü kaplamasıyla birlikte o kültürden uzaklaşmıştım. Bütün Çocuklar Bizim Derneği’yle birlikte içimdeki o kıvılcım yangına dönüştü ve sivil toplumla olan ilişkim büyümeye devam etti… Sırasıyla bir kadın ve sanat derneğinin kuruluşunda yer aldım. Başka bir çevre derneğinin daha üyesi oldum. Şu an bir çevre topluluğunda gönüllüyüm, bir kadın derneğinde mentörlük desteği veriyorum, bir mesleki kadın topluluğunda yer alıyorum. Arada sırada da gelen farklı sivil toplum taleplerine destek oluyorum. Ancak en yakınlarıma bile baktığımda, herhangi bir sivil toplum kuruluşuna üye olan neredeyse yok denecek kadar az. Peki, Türkiye ne durumda? Aslında beni bu verileri araştırmaya iten başka bir sebep ise, bir yakınımın Avrupalı meslektaşı ile sohbetini bana anlatmasıydı. Avrupalı birey 12 derneğe üye olduğunu, üçünde de aktif gönüllü olduğunu söylemişti. Kendimiz ile kıyasladığımızda rakamlar şaşırtıcıydı. 2020 yılında hazırlanmış detaylı rapora göre, ülkemizde 21.720 dernek, 5.775 vakıf, 604 sendika, 3.003 oda ve 53.259 kooperatif bulunuyor. Yani yaklaşık 185.000 civarında kayıtlı sivil toplum kuruluşu var. Dünya bağışçılık endeksi 2021 verilerine göre, ülkemizde bağışçılık oranı % 31 ve bu oranla 114 ülke arasında 78. olduk. Yine aynı rapora göre gönüllülük oranımız yüzde 10 civarında ve 99. sırada yer alıyoruz. Düşünsenize toplumun sadece yüzde 10’u gönüllü! Peki, insanların sivil toplum kuruluşları ile ilişki geliştirmesinin önündeki engeller nedir? Belki ilk önce bireyin böyle bir ihtiyaç hissetmemesi ya da düşünememesi olabilir. Ki bunda eğitim sistemimizin ne kadar yetersiz olduğunu anlatmaya gerek bile yok. Kültürümüze entegrasyonunda yapılacak çok şey var. İş hayatı da bu kültürün büyük bir parçası ise, özel kurumlar çalışanlarını gönüllü olmaya motive etmeli, onların sivil toplumda yer almalarını kolaylaştırmalı ve çalışma saatlerini ona göre ayarlamalı. İnanın bu kazan kazan durumu toplumsal faydayı ortaya çıkarıyor. İlk sıralarda yer alan diğer engeller ise ön yargı ve güven sorunu olabilir. Kurumların, kişilerin çıkarları için kullanıldığı çok büyük olaylar oldu bu ülkede. Ama büyük başarıları toplumsal güçle sağladığımız da oldu. Deprem dönemi, tüm otoriteler gibi sivil toplum için de bir sınav gibiydi. Kimisi çok fena çuvalladı, kimisi yıldız gibi parladı. Her şey gözümüzün önünde yaşandı. Bütün bunları neden anlatma ihtiyacı hissettiğime gelirsek, deprem bana bir konunun altını tekrar çizdirtti. Depremin ardından insanî olarak hepimiz bir şeyler yapmak istedik. Ve genellikle kalabalık gruplarımızı kullanarak çare olmaya çalıştık. Ya bir sivil toplum kuruluşuna yardım ettik, ya da ihtiyaçları birbirimize ilettik. Yani bireyler olarak toplulukların yanına yanaştık. Dertleştik, sinirlendik, bazen de sevindik. Ama bunları hep ortak yaptık. Aslında herkes fark etti ki, sivil toplumun parçası olmak, aktif vatandaş olmak, eyleme geçmek büyük öfkeyi birlikte yönetebilmenin ve dertlere çare olabilmenin çok güzel bir yolu oldu. Kendimi bir mağara derneğinin deprem bölgesindeki ihtiyaçlarına çare olmaya çalışırken bulmuştum. Ve onlar oraya ekip olarak gitmişti. Derneğin oraya gitmiş olması en başta topluluk olmasıyla ilgiliydi sonra deneyimleri devreye giriyordu. Topluluk olmak ne müthiş bir şey! İnsan, bu kadar yakınlaşmışken, doğasına bu kadar uyan, onu iyi hissettiren, gücünü çoğaltan bir şeyden neden uzaklaşsın? Üstelik önümüzde savunmamız gereken çok alan varken. O yüzden ilgi alanınız her neyse (insan hakları, spor, meslek dalı, sanat, çevre vb.) mutlaka bir derneğe, birliğe, kooperatife, sendikaya yani en az bir topluluğa dahil olmalı, bir sorunun çözümüne katkıda bulunmalısınız. Şimdi bu yazıyı okuduktan sonra yan tarafta bir sekme açtığınızı ve şehrinizdeki dernekleri araştırmaya başladığınızı hayal ediyorum ve bu hayale inanmak istiyorum. İnanın bu hem size hem de ülkemize çok iyi gelecek!