80'lerden kalma kahvehane, beyazları kirden sarıya dönmüş, boyaları dökük, kaşları çatık bir ahşap sandalye, entrika dinlemekten yorulmuş bir masa ve  kafasında türlü tilkiler gezinen Hakkı, bir hikâyenin kahramanları gibi kadrajdalar. Hakkı bir gözünü kısmış, hesap yapıyor. Sabah saatlerine rağmen kafa zehir gibi çalışıyor. Perihan Hanım'la bugün 3 randevusu var. İkisi köylüsünün biri de komşusunun işi. İlçede herkes biliyor, Hakkı işinin hakkını hep veriyor, akreple yelkovanın ritmini hiç bozmadan saatitıkır tıkır işletiyor. İşi görülen arsa sahibi, kaz gelecek yerden tavuğu esirgemeyen müteahhit, idare eden denetimci, nasibin büyüğüne talip olan imar ekibi ve komisyoncu Hakkı, ekip mutlu. Bürokrasiye kağıt kürek işlerine ne gerek var, Hakkı işin hakkını veriyor nasılsa. Bazen çocuğu ne iş yaptığını soruyor Hakkı'ya, aracıyım kızım diyor, insanların işlerini çözüyorum. Çocuk henüz çok anlam veremese de babam herkese yardım ediyor, iyi bir insan diyor. Düzenin insanı olduğunu anlamasına en az yirmi beş yılı var. Kahvehanede ne çok ayak geziniyor, bir oraya bir buraya. Yükselen telefon sesleri, taş sesleri, çay fokurtusu, homurtular ve testesteron kokusu. Olası kahvehane tasviri tamamlanıyor. Sonra Hakkı'nın sesi bastırıyor tüm hengameyi. 'Kaç kere dedim evrak eksik olmasın diye, nasıl bir taş kafasın sen?' Bir de Hasan var, fırsat buldukça Hakkı'nın iteleyip kakaladığı yamağı. Ayak işlerinin yamağına yaptırılması gerektiğini ve yamağını ezdikçe insan yerine konulacağını, yanında yetiştiği Osman Ağa'dan öğrenmiş. Osman Ağa köyden ilk gelenlerden, epey zenginleşmiş aracılık işlerinden. Köyden kaç kişiye tarla sattırıp getirtmiş buraya, ev, medeniyet sahibi yapmış öyle diyor kendisi. Hakkı da onun yanında yetişmiş. Kafaya koymuş o da ağa olacak. Ayakçı Hakkı'yı kim ne yapsın, ağalık yakışır Hakkı'ya. Yamak Hasan'ı payladıktan sonra yakıyor meredi, geleni gideni gözlüyor. Kahvehane tam köşeden kesiyor belediyeyi. Her işin paycısı ayrı ama ne olur ne olmaz bulandıran olmasın. Belediyeye 200 bin, denetime 50 bin, yamağa 5 bin, eh müteahhitten 300’lüğü kaptın mı 45 de bana. Oğlum Hakkı bu işi de kıvırdın diyor. Kendisiyle gurur duyuyor. Bu çevreyi edinmek için az sürünmedin kapılarda, sonuna kadar hakkın diyor Hakkı! Tam o sırada memur geliyor kahvehaneye, bir çay söyleyip oturuyor Hakkı'nın yanına. Masanın kulakları açık, entrikaları dinliyor. Erkencisin diyor. Eee, bugün işimiz çok diyor Hakkı, gevrek gevrek gülüyor. O gülüşün neler anlattığını ikisi de çok iyi biliyor. Memur evraklar hazır mı diyor? Eli kulağında diyor, susuyorlar ve tilkileriyle çaylarını içiyorlar. Yamak Hasan koltuğunun altına sıkıştırdığı dosyalarla, köşeden kan ter içinde geliyor. Koşturmuş belli. Fırçasını önceden yemiş olan Hasan, yüzü aşağıda uzatıyor dosyaları. Memur göz gezdirdikten sonra tamam diyor, olmuş. Ve sonra memur yerine dönüyor. Her seferinde işi hallediyor olsa da inceden bir stres basıyor Hakkı'yı. Köylüsü geciktikçe tilkiler çoğalıyor. Neyse çıkıp geliyor sonunda. Tam anlattığım gibi diyor, ne az ne çok. Ben konuşurum gerektiği yerde. Dosyalara sarılan Hakkı, köylüsünün koluna girip belediyenin yolunu tutuyor... Aslında daha uzun uzun yazasım vardı. Toplumda sıradanlaşan, normalleşen hatta zaman zaman övülen suç kültürüne nasıl dahil olduğumuzu göstermek isterdim. Hakkı’nın Hasan’ın, memurun, denetimcinin ve siyasilerin,afetin kök sebeplerini çözümlerken nasıl birer kritik faktör olduğunu anlatmak isterdim. Evet bu yazdıklarım tamamen hayal ürünüdür. Ancak bu hikaye toplumdan duyumsadıklarım, gazetelerden okuduklarımdır. İşçinin itiraflarıdır. Denetimcinin varsaymasıdır. Kamunun işine gelmesidir. Müteahhidin sisteme güvenidir. Siyasilerin kadercilik oyunudur. Demem o ki bu afet, sosyal, siyasal ve ekonomik yıkıntıların bir koludur. Bu yıkıntıların içinden çıkıp, toplumsal yüzleşmeyi yaşayıp ve tekrar insan olmaya çabalamaktan başka yolumuz yoktur. Karanlığın en koyu olduğu an, güneşin doğmaya en çok yaklaştığı andır.