Yerel ya da merkezi yönetimler kadrolaşırken özellikle direkt halkla muhatap olacak olan yöneticileri seçerken ince eleyip sık dokumalıdır. Eğitim önemlidir ama asıl önemli olan başka şeyler vardır. Bunu en iyi Tunç başkan bilir. Bu anlamda bir skandala sebep olan Ahmet Adnan Saygun Sanat Merkezine müdür atamasında İzmir Büyükşehir Belediyesi sınıfta kalmıştır. Bunu söylediğim için çok üzgünüm ama maalesef durum bana göre böyle.
Yukarıda belirttiğim gibi yöneticileri atarken eğitime önem verilir ancak eğitimden daha önemli şeyler vardır. Buna en iyi örnek olarak Tarımsal Hizmetler Dairesi Başkanı Şevket Meriç’i gösterebilirim. Şevket Meriç öyle Ahmet Adnan Saygun Sanat Merkezi müdüresi Emel Akçay Özer gibi çok büyük puanlarla girilen okullarda (Ankara Devlet Konservatuarı'nda eğitim almış. H.Ü Ankara Devlet Konservatuvarı'da Keman, New York University'de Mannes College of Music, Gazi University'de Pedagoji okumuş. Şimdi Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi'nde General Director. Öncelerinde Robert College'de Creative Art & Violin Teacher, Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi'de Musician, Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü'de Genel Koordinatör, Limak Filarmoni Orkestrası'da Genel Koordinatör, Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü'de II.Keman Grup Şefi, CRR Symphony Orchestra'da II.Keman Grup Şefi."*)
Okumadı. Öyle birçok ülkelerde akademik kariyerler yapmadı. Birçok çok sözüm ona iyi üniversiteler bitirmiş ama cahil kalmış insanın dudak büktüğü ve daire başkanı olarak atandığında okuduğu okuldan dolayı bu makama uygun görülmediği Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesinde Sosyoloji lisans ve Tarım ön lisans okudu. Sıradan halkın içinden gelen ama çok güzel olan bir insandır kendisi. Şevket başkan Tarımsal Hizmetler Daire Başkanı olarak atandığında çok eleştirdiler. Ona ve Tunç başkana çok haksızlık yaptılar. (bakınız Şevket Meriç’e yapılan haksız eleştiriler-yeni bakış)
Ama ne oldu Tunç başkan çok haklı çıktı. Çünkü Şevket başkanın çok başarılı olacağını biliyordu. Çünkü o insan sarrafıdır, insanları çok iyi tanır. Şevket başkan bugüne kadar hiçbir olumsuz durum yaratmadan görevini layıkıyla sürdürüyor halen.
Ben Emel Akçay Özer’e birçok ülkede ünlü klasik müzik orkestralarıyla konserler veren ve ülkemizi başarıyla temsil eden Aynur Doğan’ı dinlemesini öneririm. Eğer yine gerilirse, sinirlenirse o zaman müzikleri dilleri ayrıştırdığını düşünürüm doğal olarak. İşte bu çok vahim böyle düşünmek bile istemiyorum.
Alt katımdaki daireye 2 ay önce bir teyze taşındı, İstanbul Cadde Bostandan geldi. Evi kentsel dönüşüme girmiş. Kısa sürede anne kız olduk. Remziye Alper Tatar kökenli Almanya’da, Amerika’da ve başka birçok ülkede eğitim almış, ülkemizde ve başka birçok ülkede yüzlerce temsil vermiş, olağan üstü bir sese sahip ülkemizin en iyi ses ustalarından yüzlerce öğrenci yetiştirmiş bir soprano. 85 yaşında olmasına rağmen aklı hafızası yerinde bir insan. Ona kim olduğunu söylemeden Aynur Doğan’ın arp eşliğinde okuduğu Xewn (rüya Türkçe alt yazılı) şarkısını dinlettim. Çok beğendi ve sesinin çok yüksek olduğunu bunun önemli bir yetenek olduğunu söyledi. İşte gerçek müzik insanı budur. Şarkıların hangi dilde söylendiğine bakmaz; çünkü bilir ki müziğin ırkı, dini, mezhebi vb. yoktur. Sadece ruhunda bıraktığı tat vardır-haz vardır.
Emel Akçay Özer Bajar grubu Kürtçe olarak rock tarzında şarkılar söylediği için benim gibi ( 3 şarkı dinledim salondan ayrıldım) yüksek sesten rahatsız olduğunu, gerildiğini, sinirlendiği bu yüzden farkında olmadan böyle bir davranışta bulunduğunu düşünmek istiyorum. Aksini asla düşünmek bile istemiyorum. Çünkü bu çok tehlikeli ve insan haklarına aykırıdır.
Gelelim Halkların Köprüsü Derneğine. Onlarda sınıfta kaldılar. Bu kadar anlamlı bir ismi ve çok güzel bir işlevi olan, oldukça başarılı çalışmalar yapan, içlerinde birçok yakın dostumun-arkadaşımın yer aldığı, çok değer verdiğim, ülkemizdeki kangren olan örgütlenme sorunlarından soyutlanmış olarak gördüğümden dolayı bana umut olan bu örgüt maalesef sınıfta kaldı.
Onlara yaptıklarını hiç yakıştıramadım. Yol bu değil olamaz. Çok önemli toplumsal çalışmalar yapan, birlikte yaşama kültürünü savunan bir topluluk nasıl olurda eylemleriyle toplumda gerginlik yaratabileceğini göremez? İzmir çok büyük bir kent, ülkemizin her bölgesinden insanlar yaşıyor. Herkesin hassasiyetleri var doğal olarak. İnandıkları savundukları mücadele ettikleri şeyler var. Bunları görmezden gelerek hemen o gece sosyal medyada paylaşımlarda bulunmak, ala acele hangi yayın organı olursa olsun hiç düşünmeden bir an önce basın bildirisi yayınlatmak neyin nesidir aklım almıyor. Bana da ulaştılar basın bildirisini yayınlatmak için yardım istediler. Konuşmak istedim asla dinlemediler. Karşımda o an sanki tanımlayamadığım insanlar gördüm. Nitekim sabah bir yerel gazetede basın bildirisini yayınladıklarını gördüm. Çok üzüldüm çok.
Bunu bu çürümüş toplumda egoları öne çıkaran, toplumsal faydayı hiç düşünmeyen, ben bilirim diyen sıradan bir sivil toplum kuruluşu yapsaydı anlardım.
Yol bu değildi asla olamaz. Doğrusu hemen o gece bir dilekçe yazılmalı, isterlerse salondaki herkese imzalatılmalı ve sabah ilk iş İzmir Büyükşehir Belediyesinin ilgili makamına sunulmalıydı. Yani bir yurttaş olarak en doğal haklarını kullanarak yetkililerden hesap sorabilirlerdi ve takipçisi olabilirlerdi. Haklarını demokratik yollardan arayabilirlerdi. Eğer bir sonuç alamazlarsa o zaman sosyal medyada paylaşıp basına duyursalardı eylemler yapsalardı.
İzledikleri yol çok tehlikeli ve yanlıştır. Toplum psikolojisi çok önemlidir. Bir topluluğun herhangi bir durumda nasıl hareket edecekleri kimse bilemez. Sonuçları ağır olabilir. Ülkemizde bunun örneklerini hepimiz çok gördük. Buna gerek var mıydı?
Bu skandal beni inanılmaz üzdü, onları sakinleştiremediğim için o gece hiç uyuyamadım çaresiz kaldığım için. Ülkemizde çok büyük bir örgütlenme sorunu yaşarken, her şeyin içi boşaltılmışken; Halkların Köprüsü Derneğinin özveriyle yaptıkları çalışmaları yürekten destekliyor ve çok mutlu oluyordum, umutlanıyordum.
Bu skandal benim bütün umutlarımı yok etti. Yaşama ve toplumsal çalışma yapma sevincim tamamen bitirdi. Artık bu topraklarda dayanışma içerisinde bize dayatılanlara karşı güç birliği yapmaya dair hiçbir inancım kalmadı.
O dokuz yıldır birçok gazete ve dergide yüzlerce yazı yazdım; bu yazı gibi hiç istemeden yazdığım beni çok üzen ve zorlayan başka bir yazı olmadı.
Hiç umudum kalmadı artık bu ülkedeki insanlardan. Çocuklarımızın geleceği için bile olsa artık çalışma yapabileceğimi sanmıyorum. Çok kırgınım ve inanılmaz üzgünüm.
Sanırım artık hiç köşe yazısı yazamam.
Çünkü kalemim düştü elimden.