Bugün 22 Mart Dünya Su Günü ile ilgili yazı yazacaktım. Onu erteledim. Çünkü sabah baktım Abdullah Aysu Facebook sayfasında bir yazı paylaşmış. Yazıyı okudum nutkum tutuldu. Deprem, seçimler sel felaketi bu yoğun gündemde bu kanun tasarısı neyin nesi. Aklım almıyor, hiç almıyor deli olacağım. Bu çok korkunç çok. Çünkü 2017 yılı baharında Güney Afrika Cape Town’a gittim. 8 gün kaldım kentte, sosyolojik gözlem yaptım. İzmir Büyükşehir Belediyesi benim için yasama başşehri başkan yardımcısı Alderman Lan Neilsen’den randevu almıştı, onunla görüştüm. Yerel tohum var mı dedim o ne dedi? Nasıl doyuyorsunuz dedim, dev şirketler doyuruyor dedi.
Evet Afrika’nın nasıl çok uluslu dev şirketlerin tamamen hegemonyasında olduğunu gözlerimle gördüm. Küçük bir mahalle büyüklüğünde devasa AVM’ler var Cape Town’da. Bir tane yerel tohum yok, küçük çiftçi ya da orta çiftçi yok. Orası tamamen İngiliz ve Amerikan şirketlerinin hegemonyasında. Sebzeler, etler tam bir ucube. Yiyebilmek imkansız yutamıyorsunuz. Sadece makarna ve patates yedik. Apart otelde ,endimiz yapalım belki yeriz diye nafile.
Türkiye’yi düşündüm Afrika’da, hala bir avuç yerel tohum var, tam hegemonyada değiliz dedim umutlandım. Türkiye’ye dönünce ertesi yıl Tunç Başkan ve Fatih Başkan’la Ovacık Yerel Tohum Şenliği’ni organize ettim can havliyle. Bu diyar baştan başa bizim diyerek Artvin’den Mardin’e yerel tohum peşinde koştum durdum. Ama bugün Abdullah abinin yazısı beni çok korkuttu. Çünkü bu kanun tasarısı yasalaşırsa tamamen Afrika gibi tam olarak çok uluslu şirketlerin hegemonyasına gireceğiz. Afrika’da gözlerimle gördüm hegemonyanın nasıl bir şey olduğunu, nasıl tedirgin olmam. Söylenecek söz çok ama ben daha fazla uzatmayayım İstanbul Büyükşehir Belediyesi Tarım Danışmanı Çiftçi ve Tarım Yazarı Abdullah Aysu’nun yazısı ile sizleri baş başa bırakayım.
“Memleketimizin Tarım Toprakları Çokuluslu Şirketlere Hayırlı Olsun Kanunu(!)”
Memleket ekonomik olarak çöküşte. Zelzele kır-şehir ayırımı yapmadan on ilimizi enkaz yığını haline getirdi. Bir tarafta enkaz altında hafriyat unsuru haline gelmiş canlar ve haycanlar. Diğer tarafta yağmurların üstlerine değil içlerine yağdığı, bir damla suya muhtaç bırakılmış, acılarından sepeleğe dönmüş, “ölenler bizden daha şanslıydı” diyecek durumda depremzedeler.
Ve eli böğründe, bırakılmış, figanları arşıalada insanlar. Sellerin insanları yonga misali önüne kattığı ihmal genli vicdanlar.
Aynı zamanda memleket seçim sathı mahalinde. Siyasi arena toz-duman, yağmur-çamur, endişe-umut, beklenti-hayal kırıklıkları kargaşasının sarmalında. Bu süreçte dur durak bilmeyen “kurt bulanık havaya sever” misali “koyun can derdindeyken et peşinde koşan kasap” gibi olan çok uluslu şirketler var. Şirketlerin isteğini yerine getirme heyecanı ile kor kor ateşler gibi tutuşmuş bir hükümet var elde. Meclisi toplamış, olmayan çadıra, erişilmeyen suya çözüm üretme yerine çok uluslu şirketlere Türkiye topraklarını, ormanlarını, sularını bu kargaşada çokuluslu şirketlere nasıl veririm cingözlüğünde. Bunun için alel acele Orman Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile kılıf hazırlamakta. Bakalım.
Orman Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Çiftçiler üretim için izin alacak
Madde: 2- Tarımsal üretimin planlanması, gıda güvencesi ve güvenliğinin temin edilmesi, verimliliğin artırılması, çevrenin korunması ve sürdürülebilirliğin tesis edilmesi için Tarım ve Orman Bakanlığı’nca belirlenen ürün veya ürün gruplarının üretimine başlanmadan önce bakanlıktan izin alınacak. Bakanlık, arz ve talep miktarı ile yeterlilik derecesini dikkate alarak hangi ürün veya ürün gruplarının üretileceği ile tarım havzası veya işletme bazında asgari ve azami üretim miktarlarını belirleyecek.
Tarımsal üretimde planlama hiç kuşkusuz gerekli. Planlamada hangi ürünün ekilmesi gerektiğini yörenin iklim koşulları belirler. İklim koşullarının belirlediği ürün çeşitleri içerisinde yapılacak olan, çeşit ve alan ölçek tercihleri planlanabilir. Bu çeşitten şu kadar alana ekilecek demek planlama değildir. Eğer şu kadar alanda şirketler için şu çeşit, bu kadar alanda üretim yapılması dayatılırsa, o zaman planlamanın özelleştirilmesi veya şirketlerin ihtiyacına göre yapılan bir planlama olur. Ayrıca planlama yukarıdan aşağı (metazori) biçimde olduğu zaman en başta çiftçilerin ne üreteceklerine karar verme ve üretim hakkının gaspına neden olur. Doğru olmaz. Çünkü bu tarz planlama, çiftçiyi köleci toplum döneminin koşullarına mecbur kılma yanlışlığına götürür. Başka bir deyişle yirmi birinci yüzyılda köle koşullarında “çalışacaksınız” dayatmasından başka bir şey olmaz. Yanlıştır.
Tarımsal üretim planlaması demokratik ve katılımcı olmalı. Bunun aracı da destekleme politikalarıdır. Ülke halkının ihtiyacını karşılamayı önceleyen ve hangi üründen ürettirmek isteniyorsa o ürüne verilecek destek oranı yüksek tutularak çiftçi teşvik edilir, yönlendirilir. Böylece Demokratik ve Katılımcı Planlama sistem uygulanmış olur. Ancak destekler çiftçilerin ihtiyacının olduğu zamanlarda (gecikmesiz), eksiksiz (tam) olarak verilmesi halinde demokratik katılımcı üretim planlaması gerçekleşebilir.
Bu kapsamda ilk kez aykırı faaliyette bulunduğu tespit edilenler, hükümlerine uygun şekilde faaliyet göstermeleri için yazılı uyarılacak. Bakanlık tarafından yazılı uyarılan ancak uyarı tarihinden itibaren 12 ay içinde uygun faaliyette bulunmayanlar, uyarı tarihinden itibaren 5 yıl süreyle hiçbir destekleme programından yararlandırılmayacak.
Bu dediğim gibi metazori, yani zora dayalı ürettirmektir. Teşvik ederek değil çiftçinin ne üreteceğine karar verme hakkının gaspıdır. Çiftçiler her insan gibi özgür, bağımsız üretme hakkına sahip meslek grubudur. Çiftçiler ne şirketlerin ne devletin kölesidir!
Sözleşmeli üretim modeli geliştirilecek
Madde:3-Tarım ve Orman Bakanlığı’nca, tarım sektöründe sözleşmeli üretimin geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması için gerekli düzenlemeler yapılacak. Sözleşmeli üretimi özendirmek için üreticilere, desteklerin verilmesinde öncelik tanınacak. Sözleşmeli üretimde irade serbestisi esas olacak ancak salgın hastalıklar, tarım ürünleri ticaretinde yaşanan gelişmeler karşısında arz güvenliğinin sağlanması, tarımsal üretimin iç veya dış talebe uygun ayarlanması veya bitki ve hayvan sağlığının korunması amacıyla ihtiyaç halinde bakanlıkça belirlenen ürün veya ürün grupları, sözleşmeli olarak üretilecek. Bakanlık, sözleşmeli üretimin geliştirilmesi, izlenmesi ve kontrol edilmesi için sözleşmenin taraflarını ve kapsamını içeren kayıt sistemleri oluşturacak ve sözleşmeler bu kayıt sistemleri kullanılarak da düzenlenebilecek.
Sözleşmeli üretim dünyanın her tarafında kementli üretim biçimidir. Öyle bilinir ve öyle adlandırılır. Şirketlerin işlerinin devamlılığını devlet eliyle garanti etme ve çiftçiyi şirket için şirketin istediği koşullarda üretmeye mecbur etme yöntemidir. Tarımsal üretimin rıza ve rızk üretimidir. Öncelik, ailesinin karnını doyurmak yani rızkını sağlama, artanıyla kendisinin üretemediği şeyleri karşılamak üzere fazlasını satma işidir. Yani çiftçi, ailesinin rızkını ve geçimini garanti etme amaçlı yaptığı üretimdir. Şirketlerin ihtiyacını karşılama zorunluluğu yoktur. Sözleşmeli üretim, çiftçiyi şirkete mecbur etme, şirket için üretmeye mecbur etmek için boynuna kement takılmasıdır. Bunu yasa ile zorunlu hale getirmek, ilgili yasa ve sözleşmenin kendi koşulları çiftçiyi şirkete köle etme belgesidir.
Üretim ve pazarlama koşullarını ve ürettiklerini nasıl değerlendireceğini çiftçiler kendisi belirlemeli. Bunun için bakanlık değil çiftçilerin sendikaları ile sözleşmeli üretim yaptıracak şirket üretim koşullarını müzakere eder, belirler, ona göre çiftçilerden o koşulları kabul eden, rıza gösteren üretim yapar. Çiftçiler alternatifsiz değildir, mecbur edilemez!
Sözleşmeli üretim yerine kooperatifçilik devlet desteği ile güçlendirilir. Yönetimleri demokratik işleyecek biçimde yasal güvenceye kavuşturulur. Sonra demokratikleştirilmiş kooperatif çatısı altında sözleşmeli değil kollektif üretim yapılır. Doğrusu budur.
Sigorta zorunlu olacak
Tarımsal üretim sözleşmesine tabi ürünlere veya üretim varlıklarına sigorta yaptırılması zorunlu olacak.
Tarımsal üretim doğa koşullarına bağımlıdır. Doğa koşullarının tarımsal üretim ve ekolojinin her geçen zamanda bozulduğu saklanamaz bir gerçektir artık. Ekolojinin bozulması, doğa koşullarından çiftçilerin zarar görmesi sermayenin kırsaldan kendini üretmesi için doğaya uyguladığı basınçtır. Bu da devlet eliyle olmaktadır. Doğanın bozulmasının önüne geçecek olan politikalara ivedilikle geçilmeli, doğaya karşı yapılan ve yapılacak yanlışlardan yarın geç, bugün dönülmelidir!
Bugün tarımsal üretim sürecinde doğa kaynaklı zarar görmemesi için sigorta yapılmalıdır. Ancak sigorta primini kimin vereceği/ödeyeceği önemli. Köylü ödeyecekse yüktür. Çiftçi bunun altından kalkamaz. Ödemeyi devlet ve şirket ortaklaşa yapmalı. Yoksa çiftçi şirketin ürününü ve ondan üretimde kullanma amaçlı aldığı avansı garanti altına almak amacıyla sigortayı çiftçinin ödemesi üretici için külfettir, ek yüktür. Şirket için güvencedir, ceremesinin köylüye çektirilmesidir.
Tarımsal üretim sözleşmelerinde belirtilen mücbir sebepler haricinde sözleşme kapsamında üretilen ürünün alımından veya satımından vazgeçen üretici ya da alıcılar için ceza koşulu belirlenecek. Ceza koşulu, alımından ya da satımından kaçınılan ürün miktarının sözleşmedeki bedelinin yüzde 20'sinden az ve yüzde 50'sinden fazla olamayacak. Et ve Süt Kurumu’nun taraf olduğu sözleşmelerde üretici için ceza koşulu alt sınırdan daha az belirlenebilecek veya ceza koşuluna yer verilmeyebilecek.
Bir kere ceza ile çözme yaklaşımı doğru değildir. Sözleşmeli üreticiliği biraz daha açmak gerekiyor sanırım. Şirketlere toprak sahibi olmadan sahibiymiş gibi avantaj sağlamaktır. Tek tek çiftçilerin değil sözleşmeyle geniş alanların üretimine şirketleri sahip kılmaktır. Yani küçük ölçekli toprağa sahip Türkiye çiftçilerini sözleşmelerle çok uluslu şirketlere bağlayarak hiç toprak parası ödemeden geniş plantasyonlara sahip kılma amaçlı bu kanun çıkarılmaktadır.
Tarımsal üretim sözleşmesinden doğan davalarda arabulucuya başvurulmuş olması, dava şartı olacak. Bu hüküm, 1 Eylül 2023'ten sonra açılacak davalarda uygulanacak.
Çiftçilerin tek tek mahkemelere başvuracak ne dosya parası ne mahkeme masraflarını karşılayacak gücü var. Tamamen göz boyamadır bu. Mahkeme yerine devlet garantör olmalı. Çiftçiye ödesin. Şirketlerle mahkemede devlet uğraşsın, uğraşabiliyorsa. Ayrıca şirketlerin tek tek çiftçiler ile değil, çiftçilerin sendikaları ile sözleşme yapılsın. Sözleşme koşullarına uymayan şirketlerle ilgili sendikalar dava açsın. Dava cezaları arasında haksız bulunan şirketlerin sözleşmeli üreticilik yapma hakları alınsın. Bir nevi kara listeye alınsınlar.
Son söz: Orman Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun içerisine sanki bir ayrıntı çözülüyormuş, rutin bir işlem yapılıyormuş gibi gösterilmeye çalışılarak aslında Türkiye tarımına ve ürün desenimizi şirketlerin belirleyeceğine bırakacak bir kanun Meclis’te kabul edilecek. Bu kanun diğer birçok kanunda olduğu gibi robot kollu mebusların el kaldırmasıyla gerçekleştirilecektir. Gerçekleştirilen ne olacaktır? Bundan böyle Türkiye Tarımı terimi kalkacak yerine Çokuluslu Şirketler Tarımı Türkiye denilecek bir devire girdik. İlk önce politikacılar tarafından tarımda kendine yeten yedi ülkeden biri olmaktan çıkarıldık, tarımda dünyadaki her ülkeden ürün ithal eden bir sisteme geçtik. Şimdi Türkiye tarım topraklarının “T.C Tapu Senedi” yazılı belgeleri köylüde olacak, kullanma hakkı çok uluslu şirketlerde olacak. Memleketimizin tarım toprakları çokuluslu şirketlere hayırlı olsun(!)
Yazının başlığında yazdığım gibi aman dikkat! Tam olarak çok uluslu şirketlerin ülkemizde hegemonya kurmasına ramak kaldı. Hala Afrika gibi olmamak için şansımız var aman dikkat bu kanun tasarısı yasalaşmamalı.
Tarım konusu ve sorunları toplumda tarımcıların derdi gibi algılanıyor. Sivil toplum kuruluşları “biz tarım konusuna karışmayız, sizin meseleniz” diyorlar. Ellerini taşın altına koymak şöyle dursun bu konuyu hiç düşünmüyorlar bile. Acaba ne düşünüyorlar merak ediyorum. Tarım konusunda yazılan yazıların ilk birkaç cümlesini bile okumuyorlar.
Tarım sorunları konusu nasıl sadece biz tarımcıların derdiymiş soruyorum herkese. Sadece biz bu konularda mücadele veren bir avuç tarımcımı mı bütün tarım ürünlerini tüketiyoruz. Geriye kalan 85 milyon küsur kişi ne tüketiyor aç mı yaşıyor? Tarım ürünlerinde üretilen gıdalar olmasa yaşamanız mümkün mü? Değilse o halde neden tarımınıza gıdalarınıza toprağınıza sahip çıkmıyorsunuz. Neden çok uluslu şirketlerin hegemonyasına girmeyelim demiyorsunuz. Ne yapabiliriz ki diyenleri duyuyorum. Hiç olmazsa Abdullah Aysu ile Tayfun Özkaya hocanın yazdıklarına kulak verin. Çığlıklarını duyun. Gecenin yarısı bu yazıları sizler için yazıyoruz. Siz bilirsiniz ya hep böyle devam eder, yakında Afrika gibi oluruz. Ya da hep birlikte memleketimizin toprağına suyuna tohumuna çiftçisine sahip çıkarız, çok uluslu şirketlerin hegemonyasına dur deriz. Tarım sorunları sağlık sorunlarından sonra en önemli sorundur. Çünkü tarım ürünleri yaşamsaldır. Gıda su ve hava yaşamın sürekliliğini sağlar. Düşünün taşının ne yapacağınıza kendiniz karar verin sizin yerinize düşünenlere kulak asmayın.
Abdullah Aysu’ya bu önemli yazı için çok teşekkür ediyorum. Emeklerine zihnine sağlık. Sevgiler…