Sayısı çoktur ama ben, Türkiye’de dava kaybetmemiş iki avukat tanıdım. Biri Burhan Apaydın, diğeri Baha Yörük. İkisi de çok genç yaşta Yassıada duruşmalarında müvekillerini savundu. Yassıada duruşmalarında “Yüksek Adalet Divanı” diye anılan heyette Selman Yörük de vardı. Selman Yörük, sanıklardan Adalet ve İçişleri eski Bakanı Rüknettin Nasuhioğlu’nu savunan Baha Yörük’ün akrabasıydı. Dönemin İstanbul Hukuk Fakültesi öğretim üyelerinden Prof.Dr. Abdülhalik Kemal Yörük de statüsü icabı eli kolu bağlı, olup bitenleri izlemek dışında bir şey yapamıyordu. Baha Yörük, her şeye rağmen Nasuhioğlu’nu savundu. Akrabası Selman Yörük’ten de en küçük bir himmet görmedi. Nasuhioğlu berat ederken, aynı mahkemelerde savunduğu ; Şeker Fabrikaları’nın ilk kurucularından Şefik Bakay ile Dr. Behçet Uz da 4’er yıl 2’şer ay hapis cezası aldılar. CHP’li olmasına rağmen Yassıada’da DP’lileri savunması, mesleğine olan inancından geliyordu. Onu duruşmalarda izleyenler, hayranlıkla dinliyor, adalete güven duygusu ile doluyorlardı. Aynı duruşmalarda Burhan Apaydın da Adnan Menderes’i savunmuştu. O da çok gençti ve Başkan Salim Başol’a zaman zaman kolunu uzatıp parmaklarını sallaması” Eyvah şimdi tutuklanacak “ korkusu yaratırdı. Öyle olmadı. Apaydın, cezası peşin verilmiş Menderes’i kurtaramadı ama çok ünlendi. Sonraki hayatında da o parmak sallamaları çok yapıyordu. Bu, “Adaletin dili” idi ve mesleğin içinde olanlarca yadırganmıyordu. Para almadan prestijli pek çok davayı üstlendi ve kazandı. Ona vekalet vermek isteyenlerin durumunu inceler, bir ön karar verir, ona göre el sıkışırdı. Pek çok avukatın bu iki örnek insanı mesleğinin piri olarak kabul ettiğine inanırım. Atatürk ve Ramazan Kahraman Yusufoğlu’nun; Atatürk’ün sofralarına katılanların anılarından topladığı “Sofra Sırları” adlı kitabının bir bölümünde Halil Nuri Yurdakul’un da ilginç bir anekdotu var. Halil Nuri Yurdakul, 1898 Bor doğumlu. Harbiye’yi bitirmiş. Milli Mücadele’ye katılmış. Savaştan sonra da 41. Alay’a Yüzbaşı olarak atanmış… Bu vesileyle çevresinde kütüphaneler, arkeoloji müzeleri, köycülük büroları kurmuş. Atatürk’ün dikkatini çekmiş. Çoğu sofrasına da konuk olmuş. Yurdakul, Ulu Önder’in Ramazan’la ilgili bir anısını şöyle anlatıyor: “Atatürk, Ramazan ayına büyük önem verir; bu ay içinde ince saz heyeti saraya kesin olarak sokulmazdı. Akşamları iftardan sonra, beni huzurlarına çağırır ve Kuran-ı Kerim’den sureler okuturlar, kendileri de bunu derin bir hazla dinlerlerdi. Ramazan aylarında, Hacı Bayram Veli ve Zincirlikuyu Camilerinde şehitlerimizin ruhu için hatim okumamı emrederlerdi. Ben de tıklım tıklım dolu olan bu camilerde emirlerini yerine getirir, hatim okurdum. Peygamber Efendimizden bahsederlerken ‘Hazret-i Peygamberin Zaman-ı Saadetlerinde’ diye, daima saygı ifade eden kelimeler kullanırlardı. Peygamber Efendimizin, ayrıca çok yetenekli bir devlet adamı ve iyi bir başkomutan olduğunu daima söylemişlerdir. Din işlerinin cahil kimselerin kontrolünden alınıp, bu işi iyi bilen alimlere verilmesinin gerekliliğini ifade ederler, ‘Mukaddes Mihrabı, cehlin cahillerin elinden alıp ehlin eline vermek zamanı çoktan gelmiştir’ derlerdi. En uzun tatillerin dini bayramlarda yapılmasının da şart olduğunu söyleyip , ‘Herkes, dini vecibeleri, görevleri yerine getirecek, sonra da dinlenecekler’ derlerdi.” DepremZADELER Deprem bölgesinde yeni yeni hizmet sektörleri türedi. Bunlar, en yüksek tarifeden çalışıyor ve bayağı da iş yapıyorlar. En yoğun olanı da nakliye sektörü. Yıkılmasına karar veriler evlerden eşya taşıma işini minimum 30 bin liradan yapıyorlar. Bölge bir anda nakliyeci doldu ama bölgenin nakliyecileri dışarıdan gelenlere de aman verdirmiyor. Seyyar cep telefonu satıcıları var. Fiyat iki misli. Seyyar tansiyon ölçen var. Fiyat üç misli. “İlgili mercilerle görüştürme” diye bir sektör daha var. Onların tarifeleri çok uçuk. Bazı temel ihtiyaç maddelerine ulaşımda zorluk çekenler var. Onlara yardımcı olmaya soyunmuş adamlar, depremzedeyi soymaktan başka işe yaramıyor. Böyle bir kaosun yaşanması biraz da normal. Sistem tam oturmuş değil. Hala barınacak yer bulamamış insanlar var ve hala su ve tuvalet yüzü görmemiş olanlar. Büyük felaketin sorunları da büyük olur. Çözülecek inşallah. Saçmalığın daniskası Şöyle bir saçmalık yaşanıyor: Bazı siyasi parti ilçe örgütleri, üye kaydetmede zorluk çıkarıyor. Özellikle gruplar halinde gelen üye talepleri karşısında panikliyorlar. Zannediyorlar ki, bu yeni gelenler, örgütlenerek delege seçimlerini de kazanacak, sonunda kendilerini devirecek. Bu yüzden o ilçelerdeki kayıtlı partili sayısı, asla gerçeği yansıtmıyor ve bu, bazen onların aleyhlerine de oluyor. “Şu anda sizi kaydedecek personelimiz yok” diyorlar, tezkiye edenleri tanımadıklarını söylüyorlar. Ve sonuçta koltuklarını koruyorlar. Buca’da bunun bir-iki örneği var. Öyle inatçılar ki anlatamam… Ülkemizde kırmızı et tüketimi azalmış. Halkımız kolesterole karşı bilinçlenmiş diyeceğim ama kendi dediğime kendim de inanmayacağım! *** Elin adamı evini FENG SHUİ’ye göre dekore ediyormuş . Bizim insanımızın bit pazarından düzdüğü evine HACİZ geliyor be kardeşim! *** Kuru temizlemeci işler kesatlaşınca kuş besliyormuş. Milletin üzerine etsin diye! *** Televizyon çıkıp din adına saçmalama kardeşim. En azından ağır ol da molla desinler değil mi ama! *** Bazen yetişkin olmak yetmiyor bu hayatta. Pişkin olmak da gerekiyor hani! *** Kansere karşı kabak birebirmiş. Eeee vatandaş olarak kabak hep başımıza patlıyor. Sayılmaz mı? *** Kalbur sata sata kalburüstü bir vatandaş oldu iyi mi?