Öncelikle rahmetle andığımız evladımızı, anamızı, babamızı, kardeşimizi, yârimiz yâranımızı saygıyla anıyoruz bir defa daha. Zor günlerden geçtik. Depremin şakası yok. Ama “insanın kâr damarı, ar damarına galip gelince” olanlar oldu. Siyasetin, ticaretin ve gözleri kör eden hırsı ilk deprem ile yer ile yeksan oldu, yıkılıp gitti. Görüldü ki bu mesele sadece birkaç siyasetçi; ya da birkaç mühendis ve müteahhidin insafına bırakılmamalı. Toplum bu konuda önce yadırgayıp sonra “sus payı” emsal bir kararla iki kat daha çıkınca, sessizliğe bürünürse; Türkiye’ye ihanet edilir, Türkiye’ye yazık edilir… Depremden kendime ilk çıkardığım ders: Enkazdan ilk çıkanlar, depremdekilerin yardımına koşuyor. Önce etraftakiler, en yakın binalar birbirinin yardımına koşup geliyor, canları kurtarmaya çalışıyor. Toplum olarak da anlamalıyız ki, bu deprem gerçeğinden kaçış yok. Her birimizin başta ilk yardım, ilk müdahale ya da bir arama kurtarma temel eğitiminden geçmesi, şart olarak görülmelidir. Belki eğitim müfredatında da bu konulara yer verilmelidir. Depremin ekonomiye etkisini hepimiz yaşayarak konuşuyoruz. Ancak ekonomi akıp giden bir süreçtir. Ve her bir aktörün bir diğeri ile bağlantısı vardır. İşletme sahipleri, üretici tüketici, çalışanlar, mekan sahipleri, ya da para sahipleri ve devlet tabii ki… Alış veriş var, borç-alacak ilişkisi var, günü gelen ödemeler ve tahsilatlar var ve elbette bir köşede bekleyen devlet var. Her birinin kendince bu süreçlerde etkisi var. Aksayan her bir aşama bütün bir ekonomik sürecin halkalarının sağlıklı çalışmasını da etkileyecektir. Yaşadığımız depremde hem işverenlerimizi hem çalışanlarımızı hem de sermayedarlarımızı kaybettik. Düzen bozuldu. Binalar yıkıldı. Altyapılar büyük zarar gördü. İnsanlar en temel ihtiyaçları karşılama konusunda zorluk yaşamaya başladı. En vasıfsız elemandan, en niteliklisine iş gücü kaybı yaşandı. Üretim durdu. Ancak tüketim devam ediyor. Ekonominin normal düzenine gelebilmesi için önce bunların sağlanması gerekiyor. Çünkü ekonomi bir bütündür. O bölgede yapılamayan üretim başka bölgelerde de yapılan üretim faaliyetlerini etkileyecektir. Üreticiler ya yeni tedarikçi bulacak ya da ithalat yoluna gidecek… Bunlar da, ekonomi için yük demektir. Çünkü içeride gerçekleştirilen bir üretimin ithalatı demek, ülke ekonomisi için kaynakların yurt dışına çıkışı demektir, dolayısıyla mevcut açık için daha da artış demektir. Belki Mart ayına kadar firmaların mevcut stoklarla sürdürdüğü üretim, stoklarla sınırlı kalacaktır. Ancak arayış şimdiden başlamıştır. Bu yüzden bu “kıtlık” düşüncesi ekonominin hiç sevmediği bir durumdur ve fiyatlar üzerindeki beklentiyi artı yönlü tetikleyecektir. Enflasyon düşmesi için baz etkisi, artık kâr etmeyecek fiyatlar yeniden yükseliş trendine yönelecektir. Devletin artan harcamaları ve özellikle EYT vaadi, devlet için de yeni fon ihtiyacının doğması demektir. Buna mevcut emeklilerin beklentileri, dar gelirli grupların gelir transferi talepleri ile birleştiğinde ve ülkenin de bir seçim sürecine girdiği göz önüne alındığında bu günler zorluklar ve darlıklar ile paralel fiyat artışları ile devam edecektir. O şehirlerin yeniden kurulması, işletmelerin yeniden açılması, oradaki sanayinin yeniden canlandırılması lazım. Bunun için, hem iş hem de zaman maliyeti var. Bugün karar verip yarın yeniden kurulacak bir şey değil bu. Enkazı kaldırmanın bile bir maliyeti söz konusudur. Toplumsal dayanışmanın devamı, sürecin kolay aşılmasında önemlidir. Ekonomi iletişiminin de sağlıklı yürütülmesi halkın devletinden önemli bir beklentisidir.