Mesleğe ilk başladığım 1960’lı yıllarda; günlük gazetelerin posta ile gönderilen önemli bir okuyucu potansiyeli vardı.
Gazete gece basıldığında önceden hazırlanan bantlar yapıştırılır, şimdilerde Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü binası olarak kullanılan gece postanesine teslim edilirdi.
Bu gazeteler, posta müvezzii dediğimiz görevliler tarafından ertesi gün erken saatlerde adreslerine ulaştırılır, okuyucu o gazeteyi öğleden önce okumuş olurdu. PTT, bunun için gazete başına 5 kuruş ücret alırdı. 5 kuruşluk posta pulları vardı. Ya bunlar yapıştırılır ya da postanede damgalanarak fiyatlandırılırdı.
PTT’nin Türk basınına sunduğu güzel bir hizmetti bu ve gazetelerin hepsi, müvezziler tarafından alıcısına ulaşırdı.
63 yıl sonra bugün; esefle görüyorum ve izliyorum ki, bu tablo yaşanmıyor.
PTT, bu tabloyu yaşatmıyor.
Bir gazete 4 lira 35 kuruşa gönderiliyor ve çoğu da adresine ulaşmıyor. Çünkü dağıtıcı adı verilen personelin çoğu bu sorumluluğu taşımaktan uzak.
Birkaç yıl önce bu köşede aynı konuda yakındığım bir yazı yazdığımda PTT Genel Müdür Yardımcısı, beni telefonla aradı ve bin defa özür diledi. Bir daha tekerrür etmeyeceğine dair söz verdi.
Ama o söz tutulmadı.
PTT, genelge yayınladı, işe yaramadı.
Gazete yine adresine-çoğunlukla-ulaşmıyor ve ödenen onca para da çöpe gidiyor. Güvensizlik yaşanıyor. Bunun sıkıntısı hepimizi kahrediyor.
PTT, bizim göz bebeğimizdi. Nasıl oldu da bu hale düştü ya da düşürüldü, anlamak mümkün değil.
Tasarruf tedbirleri siyasallaştırılmasın
Türkiye’de malum adres dışında bütün kamu kurum ve kuruluşlarında tasarruf tedbirlerinin uygulanmasına ilişkin bir genelge yayınlandı.
Tedbirler, dijital sistem üzerinden denetlenecek ve puanlama yöntemi kullanılacak.
Ama bunun içeriğini kimse bilmiyor. Özellikle CHP’li belediyelerde bu tedbirlerin denetlenmesinde ve takibinde siyasallaştırılma endişesi var. Çünkü cezası kesin: Kayyum atanacak.
Savurganlık, bizim kanımıza işlemiş bir şey. Böyle sıkı uygulamalara gelemeyiz. Onun için mırıldanmalar gösteriyor ki, uygulamaya geçmekte zorluklar yaşanacak.
Herkes, şimdi “Neden biz de o değil?” diye soruyor.
Devletin ta tepesinden başlayarak bir tasarruf uygulamasına geçilip geçilmeyeceğini zaman gösterecek. Eğer, “O adres” ilk adımı atarsa başarılı olunabileceği inancı var.
Konu karmaşık, karışık ve biraz da umutsuz gibi görünüyor.
Biraz insaf
Yaz geldi, havalar ısındı. İnsanlar, mecburen serin alanları arıyor.
Eğer bindiğiniz dolmuşun kliması şu günlerde çalıştırılmıyorsa, siz belediyeye şikayet edebilir, cezalandırılmasını sağlayabilirsiniz.
Kliması çalışmıyor diye dolmuş şoförüne ceza kesen aynı belediye, kendi otobüslerini klimasız sefere koyuyor. İnsanlar şikayetçi, isyan ediyor, “Kalp krizi geçireceğiz” diye bağrışıp duruyor.
Elbette suç otobüs şoförünün değil. Klimalı mekanlarda oturup onları sefere sokan beyzadelerin artık bu yakarışlara kulak vermesi ve vatandaşa bu eziyeti çektirmemelerinin zamanı geldi de geçiyor bile.
Urla’ya sefer yapanlar gibi, İzmir’in yarısını dolaşan 800’lü otobüslerin pek çoğunda yaşanan bu durum, sonuçta hiç de çağdaş bir yaklaşım değil.
Aslında Shakespeare şöyle dese çok daha şık olurdu: ''İnsan olmak ya da insan olmamak. İşte bütün mesele bu!”
***
Yiğidim aslanım şezlongda yatıyor. Eeee hakkı yatmasın mı?
****
Gözden ırak olan. Görüntülü konuşurmuş Gönül ile!
***
Aslında sen de ev sahibi sayılırsın biraderim. Aklını kiraya veriyorsun ya!