Genel seçimlerde ve yerel seçimlerde özellikle Altılı Masa’da yer alan küçük partiler, parsayı topladı. Her biri üç beş milletvekili çıkararak rüyalarında bile görmeyecekleri sevinci yaşadı.
Cumhur İttifakı’nın hırçın destekleyicisi Hüda Par da bunların bir benzerini yaşadı. Ama gelin görün hepsi de aradan geçen bu zaman zarfında “küçük” olduklarını ve aldıkları oyla ülke kaderine dokunamayacaklarını anladılar.
Bir de Hazine’den yardım almıyorlarsa bunu daha da kabullendiler. Kabuklarına çekildiler.
Pek çoğu parti binalarını açmıyor. Çünkü ne gelen var ne giden. Demokrat Parti, DEVA, Memleket Partisi, Gelecek Partisi, yarın birer birer kepenk indirebilir. Geriye kala kala beş parti kalır: AK Parti, CHP, MHP, DEP ve İYİ Parti.
Bir zamanlar, en görkemli binalarda siyaset yapan İşçi Partisi ve devamı Vatan Partisi, adeta yok gibi. Bazı partilerin başkanları, ilçeyi evden yönetmeyi düşünüyor. Saadet, AK Parti ile birleşme sancısı çekiyor. Zafer Partisi adeta yerinde sayıyor.
Beklenen kader, biat duygusunun da köreldiğini açık açık gösteriyor. Kimsede heyecan yok. Muhalefet partilerinin muhalefet edecek güçleri tükenmiş. Sanki zorla nefes alıyorlar.
Bu gidişat, 140 küsur siyasi partisi olan Türkiye için sürpriz değildir.
Adaletin yok mu dünya?
Belediyelerin çoğunda çarpık bir ücret tablosu yaşanıyor.
Sendika, toplu sözleşme gibi farklılıklar, aynı statüde çalışanlar arasında uçurumlara yol açıyor.
Misal, bir temizlik işçisi 26 bin lira maaş alırken, aynı belediyede fen işleri müdürlüğünde görevli işçinin eline net 80 bin lira geçiyor.
Altını çizerek söylüyorum; belediyelerin çoğunda belediye başkanından fazla maaş alan işçi var.
Bunun en basit örneğini, 1970’li yıllarda İzmir Belediyesi’nde görmüştük. Sendika toplu sözleşme yapmış ve ücretler iyice artırılmıştı. Ama bir temizlik işçisi, Belediye Başkanı İhsan Alyanak’tan fazla maaş alıyordu. Alyanak, tamam bunu sorun etmedi ama başka sorun eden de olmadı.
Çarpık tablo sürüp gitti.
Bu durum iyi analiz edilirse ortaya ciddi bir adaletsizlik yaşandığı gerçeği çıkar.
Ama sonuçta bu tablo, hizmet temposunu da yavaşlatır. Az maaş alan inat eder, performansını kısar, kurum içinde huzursuzluklar yaşanır.
Sonuçta bu maaşlar, vatandaştan toplanan paralarla ödeniyor. Hizmet sunulamayınca tepkiler başlıyor ve bu kısır döngü devam ediyor.
Adalet esasına dayalı bir ücret politikası, belediye başkanı ile sendika arasındaki uzlaşma ile sağlanır. Talepler, beklentiler, sunulabilenler bir ortak paydada buluşursa sorun çözülür.
Rota Kıbrıs’a çevrildi
Bir Yaz mevsimini “Türkiye pahalı-Yunan adaları ucuz” muhabbetiyle geçirdik.
Yaz bitti, muhabbet, rota değiştirdi.
Şimdi herkesin dilinde şu var:
“Bizde asgari ücret 17 bin, Kıbrıs’ta 34 bin lira. Üstelik, Ada’da fiyatlar, Türkiye’ye göre çok daha düşük.”
İkisinde de doğruluk payı var. İkisi de tartışılır.
Yunan adalarında göze öyle görünen bir ucuzluk vardı. Bugün Kıbrıs’ta da durum aynı. Kıbrıs, turizm, kumar, eğitim gibi sektörlerle pek de artmayan nüfusuyla gayrisafi milli hasılasını koruyor. Ama asıl neden, bizim oraya verdiğimiz desteğin aslında biraz da prestij içermesi.
Orada yaşayanlara sorarsanız bizden daha dertliler.
Çünkü iyi yönetilmiyorlar. Hem de senelerdir. Bu yüzden 34 bin liralık asgari ücret, keyfini çıkarmaktan çok uzak.
Kıbrıs başının çaresine baksın, biz başımızın çaresine bakalım.
İBRAHİM ORMANCI
Kışın ısınma masrafları o kadar fazla ki, sıcak ülkelere göç etsek daha ucuza geliyor!
***
Bence ülkemizdeki en büyük AFET, ulusça ZARAFET'ten uzaklaşmamız!
***
Deliler gibi aşık lafını hiç anlamamışımdır. Yani sevdiğine kavuşamayınca mı balatayı sıyırıyor insan?
***
Uyur idik hala uyanamadık. Sürüye saydılar bizi!