Seçimler daha iyi yaşamanın ortamını sunar. Vatandaşlar uygun gördüğü politika ve programları destekleyerek siyasi kadrolara imkan verir. Bu politikalarla belirli bir dönem yönetim söz konusu olur. Seçimle gelen yetersiz görülünce seçimle gider… Bir ülkeyi oluşturan insan topluluğu, burada mutlu, refah ve barış içerisinde yaşamak ister. Kendilerini güvende ve değerli bulacakları bir yurtta, insanlığın temel ilkeleri çerçevesinde varlıklarını sürdürmek ister. Bu yüzden biz de içinde yaşadığımız toplumu tanıyalım önce. Bu bakışı yaparken de Türkiye'nin genel bir demografik yapısını çıkartmak gerekir. Evet ekonomik sorunları olan bir toplumuz. Nüfus da sürekli değişiyor. Hane halkı sayısı şu anda 23 milyona ulaşmış. Bunlarda genç ve yaşlı dengesinde, gençler lehine artan bir durum söz konusudur. Hanelerin % 65’i çekirdek ailelerden oluşuyor. % 15’i birlikte yaşayan aileler; % 17 tek başına yaşayanlar ve % 3 ailesiz olarak birden fazla kişinin beraber yaşadığı gruplar var. Yani her üç haneden ikisi çekirdek aileyi temsil ediyor. Cumhuriyet'in ilk kurulduğu yıllarda kır nüfusu % 80 şehirli nüfus % 20 idi. Şimdi şehirli nüfus % 92'ye kadar yükselmiş durumda. Şehirleşen nüfusta köydeki evini barkını, tarlasını satıp şehre gelen insanların çoğu için hayat, asgari ücretle başlamaktadır. Ama beklentilerini bu asgari ücretin karşılaması mümkün değil. Emeklilerimiz var tabii ki. Sosyal güvenlik sistemi bunun için var. 2001 Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı'ndan sonra dahi milli gelirin % 5'ine kadar yükselen bir miktarda sosyal güvenlik sistemine bütçeden kaynak aktarımı devam etti. SGK sisteminden yararlanan sayısı arttıkça bütçeden onlara daha fazla kaynak aktarmak zorundayız. Ya da eldeki imkanlar doğrultusunda ayağımızı yorgana göre uzatıp "biz ancak bu kadar imkan verebiliyoruz" demeliyiz. Bunu şunun için söyleme gereği hissettim: Türkiye'de aktif nüfus 65 milyon. Nüfusun % 65 ile % 70 arasında aktif nüfustan oluşması yaklaşık iki yüz elli senede bir denk gelen bir durum. Aslında Türkiye yapı itibariyle bu aktif nüfusu doğru değerlendirse, doğru yönlendirmiş olsa belki çok farklı bir noktada olan bir ülke olacağız. İşgücüne katılım dediğimiz zaman % 53 gibi yani 65 milyon aktif nüfusun içinde 33 milyondan söz ediyoruz. Bu anlamda işgücünde olan nüfusun, aktif nüfusa göre çok düşük olduğunu söyleyebiliriz. Geriye kalan aktif nüfus nerede? 9 milyonu üniversitede, ev hanımlarını saymıyoruz, emekliler vaktinde çalışmış zaten, onlar da işgücüne katılmıyor. Hapishanede olanlar var, askerde olanlar, çalışmak istemeyenler var diyoruz, saymıyoruz. Bunlar da aslında milli geliri çoğaltabilecek olan, milli gelir hesaplarında çok etkili işler de yaptığını düşündüğümüz kişiler olarak, belki hesaplamaya dahil edilebilecekken, yapılmıyor. Ev hanımının evde yaptığı işi, dışarıdan hizmet alarak yaptırınca para veriyoruz. Ama evde kadınların ürettiği ev işi, çocuk veya yaşlı bakımı gibi işleri “bizim kadınlarımız” olunca hesaba katmıyoruz. Böyle olmamalı! Genel olarak işsiz sayısında, 3.5 milyon işsizin % 20'sini genç işsizler oluşturuyor. Her beş genç işsizden birisi yükseköğrenim almış kişilerden oluşuyor. Nitelikli, eğitimli işsizler… Bu da ülkedeki işgücü dağılımının çok problemli bir şekilde geliştiği konusunda fikir veriyor. Türkiye'de % 16'lık tarımsal nüfus var. Tarımdaki gizli işsizlik ve ücretsiz aile işçiliği olarak adlandırılan kesim, bu  % 16 içindedir. Tarımsal nüfusun ortalamaları AB'de % 2, ABD'de % 4 ve Japonya'da % 6. Bizim tarımsal nüfusumuz daha fazla oranda olmasına rağmen biz tarımda, tarımsal ürünleri ithal eder durumdayız. Tarımı geliştirmek için birtakım teşvikler verildi. Ancak teşvikler üretim desteği yerine mülkiyet destekleri idi. Kişiye ürettiği için değil; üretsin üretmesin tarlasına para verildi. Haliyle  Milli Gelir içinde tarımın payı % 5'leri geçemedi. Yani tarımı hesaba vurunca görüldü ki bir üretmek için üç kişi çalışıyor! Seçimler bütün bu insanlara pek çok vaadle geliyor. Liderlerin her birisinin çantasında bir başka güzellik. Ama kaşıklı verip sonrasında kepçe ile almasınlar.