Türkiye’nin en önemli kurumlarından biri olan ve önemi, her seçimde bir kat daha artan Yüksek Seçim Kurulu, 1950 yılında kuruldu.
Ondan önce seçimleri denetleyen bir kurum yoktu.
Seçimler, açık oy kullanılarak yapılır, oylar gizli sayılırdı.
Yani demokrasinin esamesi bile okunmazdı.
Açık oydan kasıt, Cumhuriyet, laiklik, aşırı solculuk, aşırı milliyetçilik gibi unsurların kolayca tespit edilmesiydi. Atatürk, en yakın arkadaşlarına komünist partisi kurdurmuş, ancak Sosyalist Enternasyonal’e bunu kabul ettirememişti. Keza Atatürk, en yakın arkadaşları olan Ali Fuat Cebesoy ve Fethi Okyar’a aşırı muhafazakar partileri kurdurmuş, böylece bu partilere olan ilginin nasıl olacağını gözlemişti.
Bu, 1950 seçimlerine kadar devam etti. Açık oy ve gizli tasnif sistemini özellikle Recep Peker ve Şükrü Saraçoğlu çok kullandılar. O dönemde aşırı sol akımlar oluşmaya başlamış ve Sovyetler Birliği’nin oluşmasıyla bu akım bütün dünyada da etkili olmuştu.
1950’ye gelindiğinde; Yüksek Seçim Kurulu bir ihtiyaç olarak benimsendi ve gecikmeden kuruldu. Bu Kurul, 1961 Anayasası ile de anayasal bir kurula dönüştürüldü. En çok da partizan olmamasına özen gösterildi. Seçimlerin sağlıklı, güvenli, adaletli biçimde geçmesini sağlamakla görevlendirilen bu kurulun kafalarda soru işareti bırakmamasına dikkat edildi.
Böylesine bir sürecin 14 Mayıs seçimlerine yansıması ve her kesimde oluşan güven endişesinin bu kurulca giderilecek bir politika izlenmesi en büyük dileğimizdir.
Devlet kimden yana?
Kiracılara göre ev sahiplerinden, ev sahiplerine göre kiracılardan yana.
Hakkını yemeyelim; devlet, geçen yıl kiracılara bir güzellik yaptı, ev sahiplerinden yana olmadığını gösterdi.
“Enflasyon ne olursa olsun, kira artışı yüzde 25’i geçmeyecek” dedi.
Ev sahiplerine on sekizden gol attı.
Bu güzellik, önümüzdeki Temmuz ayına kadar geçerli. Ondan sonrası Allah kerim.
Ama aynı devlet, ev sahiplerine ikinci bir gol daha attı.
Bu, biraz ofsayt olsa da fileleri buldu.
Kira vergisi ödeyen ev sahiplerine, yıllık enflasyonu normal rakamların üzerinde göstererek zam yaptı. Eskiden ev sahibi, kira vergisini; bir aylık kira bedelinin altında öderken şimdi neredeyse iki katını ödüyor. Ev sahibi, bir buçuk aylık kirayı devlete veriyor.
Bütün bunlardan sonra kiracıların “Devlet ev sahiplerinden yana” diye ağlaşmalarını duyar mıyız, bilmiyorum.
Talimatla ucuzluk olur mu?
Türkiye Tarım Kredi Kooperatifi diye bir kurum var. Devletin kontrolünde. Üreticiden aldığını aracısız mağazasında satmakla yükümlü bir organizasyon.
Yani ucuzluğu şiar edinmesi gereken bir kurum.
Ülkenin her yerinde mağazaları var. Ama buradan alışveriş edenler, Türkiye Tarım Kredi Kooperatifi’nin fiyatlarını, üç harflilere göre çok yüksek buluyor. Hatta bir yıl içinde yüzde 90 civarında artışla satış yapıyor.
Reis, bu kurumun başında her kim varsa; ona çok gıcık. Öyle telefon açıp da söylemiyor. Çıkıyor meydanlarda televizyon kameralarının önünde, “Efendi efendi. Seni kaç kere uyardım. Nedir bu inat böyle. Ya fiyatları aşağı çekersin, ya da…”diyor.
Adam, tırsıp birkaç günlüğüne fiyatları indiriyor. Sonra yallah yine eski tas eski hamam.
Bu garip ve anlaşılmaz sahneleri izledikçe şuna yorumluyoruz:
“Talimatla ucuzluk olmuyor abiler. Olsaydı böyle bir şey; Türkiye şimdi günlük güneşlikti…”
Pahalılıktan yakınan mezar taşını çaldılar!
A Tarih araştırmacıları Mehmet Gülümser, Prof.Dr. Eser Gültekin, Prof.Dr. Necmi Ülker, Prof. Dr. Kaptan Mustafa Uzel, mezarlıklarda Osmanlıca mezar taşlarını okumak adına bir çalışma başlattılar. Mehmet Gülümser, Konak’taki Ali Ağa Camii haziresinde bir süre önce ilginç bir mezar taşı bulmuş ve içeriğini okuyup not etmişti. Dört çocuk sahibi Cemile Hanım’ın biraz da eşinden yakındığı mezar taşında şöyle yazıyordu:
“On para domat, altmış para et. Kömür 20. Bamyadan gayrı yemeğim yoktu.”
Gülümser, bu mezar taşını uzman arkadaşlarına göstermek istedi. Birlikte Ali Ağa Camii’ne gittiler. Gördüklerine inanamadılar. Bu mezar taşı yok olmuştu. Resmen çalınmıştı.
Belli ki, Cemile Hanım’ın pahalılıktan yakınması, birilerine dokunmuştu.
İbrahim Ormancı - Duvar Yazıları
Unutmayın ülkemiz bir deprem bölgesi. Beşikten mezara kadar beşik gibi sallanıp duracağız. Ona göre adam gibi depreme dayanıklı binalar yapalım yani!
***
Meteoroloji Mühendisi Prof Dr. Mikdat Kadıoğlu demiş ki ''Türkiye yağmur hasadı yapmalı. '' Hocama veciz bir sözle yanıt vermek istiyorum. Su akar, yağmur yağar ve de Türk bakar!
***
Ölüm Allahın emri. Ah şu ihmaller zinciri olmasa!
***
Maraş'tan bir haber geldi. Dediler ki Meyrik enkaz altında kalıp öldü oy oy!
***
Dandini dandini dastana. Eş dostlarını yerleştirmişler Kızılay'a!
***
Kimi musalla taşında yattığında imamın ''Merhumu nasıl bilirdiniz ?'' sorusuna ''İyi bilmezdik ama söyleyemezdik” diyesim var!