Ortadoğu karışıklığı üzerine birkaç yazı yazmıştım ama sanırım biraz daha bu konu hakkında yazmaya devam edeceğim, zira buradaki karışıklık nihai hedefler gerçekleştirilinceye kadar bitmeyecek. Tarihçesi; insanlığın varoluşuna dayanan, peygamberler toprağı olarak bilinen,  kutsal emanetlerin bulunduğu coğrafya olan Orta Doğu kitlelerin inançları üzerine kurulu topraklar olduğu için bin yıllardır içinde kaosu barındırdığı gibi binyıllarca da içinde barındırmaya devam edecek. Yukarıda saydığım birkaç sebep müsebbibi ile ve daha çok etken ile bu kargaşa hep var olacak. Kaldı ki, bu topraklarda yaşanılan olaylar kutsal kitaplarda bile yer alıyor. Önemi herkesçe anlaşılan bu coğrafya yine yeniden karışık.  Başka birçok gündem maddesi olmasına rağmen bu karışıklığın oluşturduğu gündemden dışarı çıkmak pek mümkün olmuyor. Orada bir katliam olduğunu tüm dünya kabul etmiş durumda. Ancak ne var ki, kimsenin bu katliamı durdurmak için ortak akıl ile hareket etmişliği de yok! Nereye kadar, ne zamana kadar soruları kafamızı kurcalamaya devam ederken aslında gözlerden kaçan çok daha büyük bir sorun tüm dünyayı beklemekte. Ne mi? 

Çernobil diye adlandırılan nükleer kazayı bilmeyen yoktur. Bilmeyen varsa da bir zahmet araştırsın. Etkisi yıllarca süren Çernobil Nükleer Santrali'nin dördüncü reaktöründe yaşanan patlama sonucu çevreye, 1945'te Hiroşima'ya atılan atom bombasının 50 katına eşit miktarda radyasyon yayıldı.

Olay büyük, olay vahim sonuçlar doğurdu. Vahşetti! Vahşetin etkileri hala toprak parçalarından, gıdadan, deniz suyundan, sakat doğan çocuklardan, sebepsiz yere ölen insanlardan arındırılabilmiş değil. Çünkü vahşet böyledir. Bitirilemez…

Gelelim yeni vahşetimize; 

Nükleer tesislerin hedef alınması, Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (IAEA) ve diğer uluslararası kuruluşlar tarafından da büyük bir risk olarak değerlendirilmektedir. Kimse nükleer tesislere saldıramaz diye düşünmeyin. Kimse telefonlarla insanların öldürülebileceğini de aklına getirememişti. Ama OLDU!

Maalesef geliyor gelmekte olan. Demedi demeyin!

Ukrayna ve Rusya arasındaki savaşta Zaporijya Nükleer Santrali'nin doğrudan çatışma sahasında kalması, hedef alınması ve hatta Kursk Nükleer Güç Santrali'nin de savaşın ortasına düşmesi, nükleer risklerin sanılandan çok daha büyük olduğunu gözler önüne serdi. Birkaç yıl önce kimse bir nükleer santralin bilinçli olarak hedef alınabileceğini düşünmezdi. Ancak bugün, dünya bu gerçeği korkuyla yaşıyor.

İsrail-Filistin çatışmalarına baktığımızda ise benzer bir tehlike ile karşı karşıya olduğumuzu söylemek yanlış olmaz. Gazze’deki son gerginliklerde İsrail'in, karşısındaki roket saldırılarına verdiği karşılık orantısız. Bu orantısızlık, çatışmaların boyutunu daha da büyütüyor ve bölgede nükleer tesislerin hedef alınabileceği korkusunu doğuruyor. Eğer bu tür bir saldırı gerçekleşirse, sonuçları sadece İran ya da İsrail ile sınırlı kalmaz; Orta Doğu ve hatta tüm dünya için bir felakete dönüşebilir. Çernobil ve Fukuşima'da yaşananları düşünün; benzer bir olayın Körfez ülkelerini ve Arap Yarımadası'nı nasıl etkileyeceğini tahayyül etmek bile ürkütücü.

Nükleer santrallere yapılacak bir saldırı, uranyum zenginleştirme tesislerine yönelik saldırıdan çok daha geniş çaplı bir felakete yol açar. Zenginleştirme tesisleri yeraltında ve sınırlı bir alanda bulunsalar da, bu tür saldırılar bile ciddi bir çevresel felaket yaratabilir. Yeraltı su kaynaklarına yakın bir alanda gerçekleşecek bir nükleer sızıntı, uzun vadeli ekolojik yıkımlara yol açabilir. Ancak nükleer reaktörlerin hedef alınması durumunda ise sınırları aşan bir felaket kaçınılmaz olur.

Bu senaryoda rüzgârların taşıdığı radyasyon, yalnızca saldırı düzenlenen ülkeyi değil, bölgedeki diğer ülkeleri ve hatta Türkiye gibi komşu ülkeleri de etkileyebilir. Radyasyon bulutlarının Körfez ülkeleri ve İsrail’e kadar yayılabileceği düşünüldüğünde, böylesi bir eylemin tamamen delilik olduğu ortada. Bu noktada Körfez ülkelerinin ve Arap Yarımadası'nın nasıl tepki vereceği, uluslararası toplumun bu tür çılgınca bir hamleye nasıl karşılık vereceği ciddi tartışmaların konusu olmalı.

Sonuç olarak, nükleer tesislerin hedef alınması, dünyanın gördüğü en büyük felaketlerden birisi olur ve bu sadece bir ülkenin değil, tüm bölgenin kaderini değiştirir. Umarız ki, bölgedeki taraflar bu tehlikeli yola sapmaktan kaçınır ve uluslararası toplum bu tür çılgınlıkları engellemek için daha güçlü adımlar atar. Çünkü insanlık, bir başka Çernobil ya da Fukuşima felaketini kaldıramaz.