Sağlık Bakanı Dr. Fahrettin Koca, kabinenin bence en parlak bakanlarından biriydi. Özellikle pandemi dönemindeki mesaisi hatırlandığında Koca’nın ne kadar önemli bir görevi başarıyla yönettiği ortaya çıkar.
Bir bilinmezliğin ortasındayken Koca, hepimize neyi yaşadığımızı anlatmaya çalıştı. Partizanlık yapmadı. Hekim olmanın o insani naifliği içinde adeta kendini feda etti.
Böyle bir ismin, milletvekili aday listesinde yer almaması manidardır.
Fahrettin Koca, sergilediği politika ile bağlı bulunduğu partisini asla öne çıkarmadı. Kızılay başkanı Kerem Kınık’ın çadır satma meselesini de “Algıya sebep oluyorsak gereğini yapmalıyız” diye yorumladı. Bu, Kınık’ın yarattığı algı nedeniyle artık kimsenin Kızılay’a kan bile vermeyeceği gerçeğinin en net ifadesi idi.
Hekimler, kendisini çok eleştirdiler. Türkiye’yi en çok onun döneminde bu kadar çok hekim terk etti. Ama Koca, bu yoğun göçün önüne bir türlü geçemedi; çünkü izin vermediler.
Gelinen noktada, onun aday olmaması, Meclis’te yer almaması bana göre büyük kayıp. Çünkü sahip olduğu bilgiler, yaşadığı deneyimler, böyle bir önemli ismin kenara atılmasını mantığa uygun bulmaz.
Çok yoruldu, biliyoruz. Gideceği yer de var; pek çok hastanenin sahibi ya da ortağı olarak biliniyor. O, yine sağlık hizmeti sunacak ama bu yeterli olacak mı, şüpheliyim.
Fahrettin Koca, sadece bir örnek. Bu örnekleri çoğalttığımızda şunu görüyoruz:
“Adam harcamakta üzerimize yok.”
Buyrun …
Son kullanma tarihi uygulaması, 40 yılı bile bulmayan bir geçmişe sahip. Özellikle paketli ürün satışıyla bu uygulama daha da önem kazandı. Ama en çok da ilaç pazarlamasında büyük bir isabet kaydetti. Çünkü son kullanma tarihi geçmiş ilacı kullanmanın hiç faydasını görmeme yanında zararı da ortaya çıkabiliyordu.
Ama hem ambalajlı ürünlerde hem de ilaçlarda; nedense bir yanlış hep yapıldı.
Açık ve net şekilde “Üretim tarihi-son kullanım tarihi” ibaresi yazılmadı, mesela S.T.K dendi. Abidik gubidik simgeler kullanıldı, okunmamasına özen gösterildi, değiştirilebilsin diye etiketleştirildi falan.
Ama fotoğrafta görüldüğü gibi böylesi ilk defa yapıldı. Fiyatı 200 liraya yakın olan bir vitamin kutusundaki tarihler, nasıl olduysa silindi. Ya da hiç tarih basılmadı.
Biz, bunları güven duygusu ile alıyoruz ama nafile. Özellikle etiket uygulamasındaki soru işaretleri, kafamızı çok karıştırıyor.
Tüketici olmak çok zor vesselam.
Gazozun kitabı yazıldı
Gazoz, çocukluğumuzun, gençliğimizin en hoş içeceklerinden biriydi. Şimdi farklı içecekler çıkınca ikinci plana atılsa da hala klasikler arasındaki yerini koruyor. Mesela Niğde Gazozu, bu geleneği; kalitesiyle en iyi koruyan markalardan biri.
Sıcak yaz günlerinde köpür köpür soğuk gazoz içmek, Açıkhava sinemalarında ara verildiğinde o eşsiz tadı yudumlamak hepimiz için o kadar keyifliydi ki…
Tolga Bugakaptan, Buca’da Özmen caddesi üzerinde, Cemil Şeboy Spor Tesislerinin hemen karşısında 350 çeşit gazozun satıldığı bir bakkal dükkanı açmıştı. Bu dükkanını Karşıyaka’ya taşıdı. Gazoza sahip çıktı. O kadar ki; İzmir’de üretilen bütün gazozlara ulaşarak bir kitap yazdı. “İzmir’in Gazoz tarihi” adlı kitabı, okurken bile bu sıcak günlerde sizi serinletecek bir etkiye sahip.
Su, şeker, sodanın karıştırılıp şişede sıkıştırılmasının yanı sıra çeşitli aromalar kullanılarak çoklaştırılan markalar, bu kitapta detaylı biçimde yer alıyor.
Keyifli bir çalışma olmuş.
Vardır bir sebebi
Çeşitli televizyon kanallarında ekonomi müdürlüğü yapan Emin Çapa’nın bir araştırmasının sonuçlarına bakalım:
Orta Doğu Teknik Üniversitesi, eğitim kalitesi bakımından dünyada 81’inci sırada iken 801’inci sıraya düşmüş.
İstanbul Teknik Üniversitesi 150’inci sıradan 850’inci sıraya, Boğaziçi Üniversitesi de 137’inci sıradan 650’inci sıraya.
Her ile üniversite yaparsan olacağı budur.
Eğitime önem vermezsen sonucu bu olur.
Bu üç üniversite, tıpkı İzmir’imizin Yüksek Teknoloji Üniversitesi gibi eğitim kalitesi bakımından övünç kaynağımız idiler. Nasıl oldu da bu kadar gerilediler?
Akıl almıyor, vicdan kabul etmiyor.
Çok üniversite kurmak, doğru bir eğitim politikası değildir. Üniversitelere siyasi müdahale doğru bir şey değildir. Üniversiteleri özerklikten uzaklaştırmak, ona yapılacak en büyük kötülüktür.
ODTÜ, İTÜ, Boğaziçi, bir-iki yılda bu zirveye çıkmadılar. Ama inişleri çok hızlı oldu nedense. Son 20 yılın eseridir bu.
Üniversitelerimiz, bilimsel araştırma yapmıyor, gençlerimizi yaratıcı birer birey haline getirmiyor, sadece “Üniversite mezunu” işsizler ordusuna kazandırıyor, o kadar.
“Vardır bir sebebi” diyeceğimize “Vay anasına” deyip uyanmalı, sebeplerinin derinliğine inip çare aramalı ve bu güzide eğitim yuvalarını kurtarmalıyız.
Devlet, iş başına…
Hanımla son günlerde çok iyi anlaşıyoruz. Dırdırlarına karşı relaksım. Kulağımdaki tıkacı bulmasaydı iyiydi!
***
Benim afacan oğlum “Eğri oturup doğru konuşalım baba” deyince “Höt. Şu önce oturuşunu düzelt bakalım” deyince bir aksiyon yaşadık haliyle. Gittikçe babama mı benziyorum ne?
***
Tahir olmak ta ayıp değil Zühre olmakta… Hatta sevda yüzünden kılıbık olmak da ayıp değil!
***
Kimi kadınlar kocalarına kazak örer, kimi kadınlar da kocalarının başına çorap örer!
***
Çocukken doktorculuk oynadığımız kız doktor oldu. Ben ilaçlarını doktora yazdıran tekaüt!
***
Başkası olma kendin ol diyeceğim ama kendi halinde beş para etmezdi!
***
Onda bunda şundadır. Bana kalpli emoji gönderen kimse benim gönlüm ondadır!