Kaymakamlıklar bünyesinde faaliyet gösteren Sosyal Yardımlaşma Vakıfları, sosyal devlet politikalarının en iyi örneklerinden biri.

Bu vakıflar, kimsesizlere, muhtaç durumda olanlara ciddi yardımlar yapıyor.

Böyle bir vakıfta mütevelli heyeti üyesi olarak yer aldım.

Bu kurumların, siyasallaştırılmadığında ne kadar düzgün çalışabileceklerine tanık oldum.

Ama siyasallaştırıldığında da nasıl raydan çıktıklarını gördüm.

Mersis diye bir sistem var. Bu sisteme girildiğinde Türkiye’de yaşayan her vatandaşın sosyal ve ekonomik yapısını görüyorsunuz. Sistem, siyasallaştırılmadan yönetildiğinde bir vatandaş, yardım talep edince Mersis, heyeti bilgilendiriyor ve eğer bir geliri, konutu ya da aracı varsa kilitleniyor.

Ama her zaman böyle olmuyor.

Bazen Mersis devre dışı bırakılıyor ve işin cılkı çıkıyor.

Hak etmeyen nicelerine para yağdırılıyor.

Zaten her biri siyasal bir yapının koltuk değneği ile ayakta durduğu için ciddi şekilde denetlenmiyor ve devletin paraları çar çur ediliyor.

Böyle örnekler çok görüldü.

Görülecektir de.

Denetim yapılmadıkça önü daha da açılacaktır ne yazık ki…

Çok iyi bir model olan ama çok da iyi yönetilmeyen bu gibi vakıfların siyasetten uzat tutulmasını sağlamak, hem milli hem de vicdani bir görevdir.

Milli Şef’lik üzerine

Türkiye, 1923’ten başlayarak demokrasinin kurulduğu 1950 yılına kadar Milli Şef düzeni ile yönetildi.

Atatürk de, İnönü de altlarında başbakan ve bakanlar olmalarına rağmen birer Milli Şef’tiler ve büyük yetkilerle donatılmışlardı.

Osmanlı’nın kuruluşundan batışına kadar padişahlar da kendi çaplarında birer Milli Şef idiler ve onların da yanlarında vezirler falan bulunmasına rağmen sınırsız yetkilerle donatılmışlardı.

Hepsi için söylüyorum; olması gereken oydu.

Toplumsal koşullar, siyasi coğrafya, geleneksellik gibi pek çok etken “Olması gereken oydu”yu dedirten faktördü.

Bugüne gelelim... Türkiye, yaklaşık 5 yıldır benzer bir modelle yönetiliyor. Üstelik, Erdoğan’ın sahip olduğu yetkiler, Atatürk’te de, İnönü’de de yoktu.

O yılların Meclis arşivlerini karıştırırsak, Millet Meclisi’nde nice tartışmaların yaşandığını görürüz. Milli Şef’lerin bile nasıl eleştirdiğini öğreniriz.

Mevcut sistemin korunmasında iki sebep düşünülebilir:

1-Sosyal beklenti.

2-Pratik çözüm arayışları.

Bu koşullar, devam ettikçe, AK Parti’ten sonra hangi siyasi parti iktidara gelirse gelsin, alternatif arayışına girmeyebilir.

Burada çok eleştirdiğimiz milletvekillerinin yeniden “devreye sokulacağı” parlamenter sistemin revize edilmesi de düşünülebilir.

Milli Şef’lik korunmasa da sunduğu kolaylıklardan yararlanmak akla gelebilir.

Bunun en iyi örneği Rusya’dır. 

Azerbaycan ve diğer Orta Asya ülkeleridir.

Uzaklara gidersek Küba’dır, Venezüella’dır.

Bu ülkelerde gidişat nasıl, iyice incelersek bir yol haritası çizebiliriz diye düşünüyorum.

Kulakları çekilsin

Resmi kurumların telefonlarını açtığınızda sizi çoğu kere Türkçe’yi katleden, nezaketle uzaktan yakından ilgisi olmayan tipler karşılıyor.

Karşınızda hayattan bezmiş bir ses ve “Beni niye rahatsız ediyorsun?” tarzı bir yaklaşım.

Belli ki, torpille gelmişler. Yapacağımız bir şey yok.

Ama kurumda bunların yerine daha uygunlarını seçmek zor mu?

Urla Belediyesi’ni aradım; bir kız çıktı:
“Evet”

Sadece bunu söyledi.

Bir yeri bağlamasını istedim:
“Peki”

Sonrasında da yine bu tek kelimeyi söyledi.

Ya zamanı iyi kullanıyorlar, ya da başka bir bildikleri var.

İBRAHİM ORMANCI

Bu devirde kadın dırdırı çeken kocalara EVLİ-YA denir!

***

Yasaklar çiğnenmek için varmış. Hanımın dizisinde ses çıkarmama yasağını deldiğim için şimdi sokaklardayım. Dizi bitecek de, hanım beni eve alacak!

***

Ortaokulda Evrim isimli bir kıza aşıktım. Duvarlara '' Tek Yol Evrim'' yazdım diye polis alıp beni götürmüştü!

***

Yüzük takmadan önce hiçbir şey istemeyen kızın, yüzük takıldıktan sonra beşi bir yerde, on burma bilezik istemesine biz TAKİYYE diyoruz!