Son günlerde milli bir şahlanışımızı dehşetle izliyorum.
Yunan adalarını öve öve bitiremeyen, oradaki fiyatların çok ehven olduğunu savunan bir ırk peyda oldu.
Alaçatı ya da Bodrum’da zıkkımlandıklarının fiyatıyla, oradaki mükellef sofraların fiyatını karşılaştırıyor, “Ne işiniz var Türkiye’de. Yunan adaları sizi bekliyor” diyorlar.
Bu çağrı da işe yarıyor, bizim saf insanımız, kapıda vize diye uzun kuyruklara giriyor, o adalara gidiyor, yine bizim paramızla 2 bin lira vererek, ucuz sandığı yemekleri yiyor.
Bu süreçte Yunanların reklam yapmaya ihtiyacı yok. O “Asil ırk” zaten bunu yerine getiriyor.
Sonra bizim sahillerimizden, restoranlarımızdan boş masaların yer aldığı, şezlongların güneş altında kavrulduğu fotoğraflar servis ediliyor.
İntihar etmek gibi bir şey.
İçinde ihanet var, yanlış bilgilendirme var, vicdansızlık var.
Var oğlu var.
Türk turizminin bu provokasyonlarla savaşacak gücü olmalı. Bu salak tiplerin, ülkeye ne kadar zarar verdiklerini görüp gardını almalı.
Ama onlar, böyle bir strateji geliştirecek yerde, yüksek fiyat politikasının,  bir kalite göstergesi olduğunu savunuyor ve kafalarının dikine gidiyor.
Meydanı sonra bu tiplere bırakıyor.
Gel de işin içinden çık bakalım.

Gel de çık işin içinden

Bakanlık her yıl okul kayıt dönemlerinde genelge yayınlar; “Kayıt sırasında zorla bağış almayın” diye.
Okul yöneticilerinin çoğu buna uymaz. 
Çünkü ödenekler azdır, okulun temizliğidir, boyasıdır, şusudur, busudur; hiçbirine yetmez. Mecburen kayıt sırasında bu yola başvurulur.
Yakınmalar, şikayetler olur; hiç biri işe yaramaz, bakanlık, el altından sırtları sıvazlar, yapılanları görmezden gelir.
Ancak burada şöyle bir haksızlık yaşanır:
Her veli, eşit gelir sahibiymiş gibi kabul edilir.
Tek maaşla, asgari ücret alarak geçinen veliyle, onun on katı geliri olan aynı kefeye konur. Bağış vermeyenlere dezavantajlı bölgelerdeki okullar gösterilir. Okulun bulunduğu mahallede oturanlar mağdur edilir.
Bu filmi her yıl seyretmek zorunda değiliz.
Her yıl komediye dönüştürülen bir genelge zafiyeti yaşanması, aslında eğitimdeki fırsat eşitliğine de zarar veriyor.
Eğitime bütçeden ayrılan pay, Diyanet’e ayrılan payla yer değiştirilirse, mesele kökten halledilmiş olur.
Bu kadar basit.

Bir önerim var

Trafikte park cezası yememek için çarşıya gidip bir trafik polisi şapkası alıyorsunuz. Bir de düdük. Bunu aracınızın arka camından görünecek bir yere koyuyorsunuz, sonra da istediğiniz yerde park ediyorsunuz.
Yıllar önce çalıştığım gazete binasının yanındaki uyanık kaset satıcısı bu yola başvurmuş, başarılı olmuştu. Ceza yemek diye hiçbir korkusu olmadığı gibi hiçbir polis de “Acaba doğru mu?” diye araştırma yapmamış, yutmuştu.
Bu yöntem, aynı zafiyet devam ettiği için geçerlidir, tavsiye ederim.(!)

İBRAHİM ORMANCI

Eskiden hayat beni bozuk para gibi harcıyordu. Şimdi kredi kartı gibi harcıyor hamdolsun!
***
Terzi kendi söküğünü dikebiliyor artık. Çünkü dükkanı kapattı, asgari ücretle iş buldu!
***
Kimilerini bize sayıyla değil, hesap makinesiyle veriyorlar sanki!
***
Gelin olmuş gidiyorsun. Ben dolmuşa bile bindiremedim seni. Limuzine biniyorsun!